Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başarılı geçen NATO Zirvesi temaslarını izlemek üzere gittiğim İspanya'nın başkenti Madrid'de gündelik hayata dair ayrıntıları da gözleme fırsatı buldum.
İlk gözüme çarpan ayrıntı, şehirde motosiklet ve martı kullananların sayısı hiç de az olmamasına rağmen trafikte kaostan eser yok. Hepsi dört tekerli araçlar gibi şeridinden gidiyor. Sağlayan, kırmızı ışıkta geçen, otomobillerin arasında zikzak çizen, kaldırımda hareket eden tek bir "paketçiye" de rastlamadım.
Kent gezimiz boyunca bize mihmandarlık yapan Büyükelçilik görevlisi Cansın Uslu'ya da "İspanyollar paket siparişi vermiyorlar herhalde" diye sordum...
Cansın Hanım, "Aslında veriyorlar ama..." dese de sudan ekmeğe her şeyi ayağına "getiren" bizler mi, siestalarından taviz vermemeleriyle meşhur İspanyollar mı rahatına, konforuna düşkün karar vermedim doğrusu.
ÖZGÜN, KENDİ HALLERİNDE VE SAMİMİLER
Restoranlarda, alışveriş merkezlerinde İngilizce konuşan birini bulmak zor. Sanırım bu durum, Sanayi Devrimi'nden önce İspanyolca'nın bugünkü İngilizce gibi hâkim dil olmasının ve dillerinin hâlâ pek çok ülkede kullanılmasının verdiği özgüvenden kaynaklanıyor.
Ülkedeki akıllı telefon kullanıcı sayısı bizden az olmasa gerek. Ama kamusal alanda telefonu bizden daha az kullandıkları kesin. Yollarda selfie çeken, fotoğraf çektiren kimseye rastlamadım.
Yolda yürüyenler ya kulaklıklarıyla müzik dinliyorlar ya da yanlarında birisi varsa onunla ilgileniyorlar. Kimse birbirini süzmüyor. Adım başı karşınıza çıkan kaldırım üstü kafelerde, lokantalarda oturanlar da masalarıyla meşguller. Kendi dünyalarındalar. Kalıplara uymak için değil, istedikleri hayatı yaşamanın peşindeler. Haliyle de nazik, mesafeli, özgün ve samimiler.
İbiza gibi meşhur tatil adalarında durum farklı olsa da güneşin yazın 22.15 gibi battığı Madrid'de gece hayatı abartılı değil, kararında.
Kentte ve ülkede LGBT lobisinin çok etkin olduğunu da hissediyorsunuz.
BUGÜNKÜ HUZURUN BEDELİNİ GEÇMİŞTE AĞIR ÖDEDİLER
"Nüfusları az, işte demokrasi, para var, huzur var, Suriyeliler yok tabii" diyerek kestirip atmayın...
Madrid'in nüfusu da aşağı yukarı bizim Ankara ya da İzmir kadar. Ama yaşam kalitesi açısından aralarında dağlar var.
İspanya nüfus hareketliliğini sıkı tedbirlerle kontrol altında tutuyor, ancak ülkede 5 milyondan fazla göçmen var.
47 milyon nüfusu olan ülkede kişi başı gelir 30 bin dolar olsa da son küresel ekonomik türbülanstan herkes gibi İspanyol halkı da fazlasıyla nasibini almış durumda.
Elbette sömürge döneminde sermaye birikimi tamamlamalarını göz ardı edemeyiz. Altyapısı ta o günlerde şekillenen, yatay mimarinin göze çarptığı ve tek bir inşaata rastlayamayacağınız şehirlerini koruma konusunda çok hassaslar. Nüfusu taşrada, tarım bölgelerinde tutmak için teşvik edici uygulamaları yaşama geçirmişler.
Yahya Kemal'in "Zil, şal ve gül" diyerek tarif ettiği ülkenin yakın tarihinin kanla, gözyaşı ve faşizmle dolu olduğunu da biliyoruz.
Bizler "barıştayken" onlar 1936-39 arası yabancı ülkelerin de müdahil olduğu kanlı bir iç savaş yaşadılar... Şimdi huzurlu atmosferine, düzenine övgüler düzdüğümüz şehirlerde barikatlar kurup birbirlerini "kestiler".
Sonrasında ise General Franco'nun uzun yıllar devam eden diktatörlüğü ve ardından gelen askeri vesayetin altında yaşadılar. Parlamenter monarşiyle yönetilen ülke, bizdekine benzer ayrılıkçı terör sorunuyla da hâlâ mücadele ediyor.
Evet belli ki bugün bir arada yaşama iradesini şık şekilde sergileyen İspanyolların verdikleri huzurlu görüntünün sırrı, yakın tarihte yaşadıkları ağır travmalar, hep birlikte ödedikleri bedeller.
Kutuplaşmanın, kavganın, nefretin dibini görmüşler...
Ve oturup "Ölümden öte köy yok, insanca yaşayalım" noktasında toplumsal bir konsensüse varmışlar.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz