Yabancı düşmanlığı, ırkçılık salgını normalleşiyor...
Youtube kanallarının tanıtımına meze oluyor.
Trol profesörlerin mülteciler tartışmasında tedavüle sürdüğü "Çok seviyorsan al evine besle" gibi b sınıfı, ırkçı, türcü aforizmalar "yaratıcı" diye alkışlanıyor.
Hatırlarsınız, 90'larda da benzerleri Kürtler için üretilirdi.
"Yaşam alanlarımızı hayvanlarla da paylaşıyoruz" diye duyarlılık çağrısı yapan koca koca adamlar, kadınlar... Bir bakıyorsunuz, iki dakika sonra da sosyal medya hesaplarından, Suriyeli çocukları hayvan yerine koyan bu "nihai çözümü" akıllıca bulduklarını söyleyebiliyorlar.
Bu nasıl bir şuursuzluktur, anlamak mümkün değil. Belki de tek sebebi utanmazlık.
Sansür salgını yayılıyor...
Yereldeki, klasik sansüre direnmek Don Kişot misali romantik bir çaba...
Artık kimin, neyi, hangi sınırlarda öğreneceğine, ABD'li parlak birkaç gencin evlerinin garajında icat ettikleri masalına inandırıp seve seve elimize verdikleri sosyal medya kartelleri karar veriyor.
Okuduğunuz bu makalenin internette ne kadar gösterileceğini de onlar belirliyor...
Milyonlarca oy alıp seçilen devlet başkanlarının hangi mesajları verebileceklerini de...
Hatta pandemide olduğu gibi, hangi bilim adamının konuşabileceğine, hangisinin ağzını bile açamayacağına da...
Pardon engizisyon neydi?
Suskunluk salgını refleks haline geliyor...
Yalana, delilsiz suçlamaya, hedef göstermeye, nefret söylemine muhatabına göre müsaade edilen içinde bulunduğumuz "enformasyon çağında" manipülasyon meşru bir araç haline geliyor.
Haliyle linç edilme, dışlanma, yanlış anlaşılma korkusu büyüyor. İnsanlar sürüye uymak, onaylamak için sığ sularda yüzüyor...
Daima uçlarda vücut bulan siyasi, bilimsel, sanatsal ve kültürel yaratıcılık ölüyor.
Toplumsal müşterekler silikleşiyor. Kabalık artıyor. İnsanlar birbirini önce "tehlike" olarak algılıyor.
Bireysel ilişkiler sahteleşiyor. Numaracılık sıradanlaşıyor. Tepkiler, ifadeler, haller, tavırlar, sevgi bile tek tipleşiyor...
Evet, bu cinnet atmosferinin neden olduğu küresel yıkım, çatışmalar, açlık, mal olduğu hayatlar, canlar her gün ekranlarda istatistik olarak yayınlanmıyor...
Ama her şey gözümüzün önünde olup bitiyor işte...
Korku salgını dünyayı, insanlığı kilitliyor.
Korkma!
***
KORKUTMAZSA OKUNMAZ MI DİYORSUNUZ?
Her gün sosyal medya hesaplarında "Koronayla dalga geçen Kadir Şinas isimli şahsın kaynanası korona oldu. Şinas 'Çok pişmanım' dedi" şeklinde haberler okuyoruz...
Bir de şu hiç korona olmayanlara mikrofon uzatsanız. Aşısız, maskesiz hayatına devam edenlere...
Ne yer, ne içer, ne yaparlar?
Vatandaşı hastalıktan korumada, akla ziyan "bilimsel ilahi adalet" meselleriyle korkutmaktan daha faydalı olmaz mı?
***
KADIN OKURLARIMIZDAN CEVAP VAR
Cuma günü, İzmir'de AB fonlarıyla mülteci çocuklar için açılan okulun önündeki bir protestodan bahsetmiştim.
Eylemcilerin, "Mülteciler geliyor, biz artık nasıl şort giyeceğiz" şeklindeki isyanlarını aktarıp kadın okurlarımıza sormuştum:
"Mülteci erkekler giderse magandalık çözülür mü?"
Aldığım tüm cevaplar "hayır" diyerek başlıyordu. Ve kadınların paylaştıkları deneyimler, suç istatistiklerini doğruluyordu. Birini aynen paylaşıyorum:
"Ömrümün hiçbir döneminde bir mülteci tarafından tacize uğramadım. Bakışlarını fark ettiğim de olmadı. Huzursuzluk verenler maalesef Türk vatandaşı erkekler oldu."
Bir diğer okurumsa İzmir'deki hemcinslerine "Rahat uyusunlar, onlar da insan ve sadece korkuyorlar" diye sesleniyordu.
Evet bu yazı da "korkma" diye bitecek.
Çünkü korkunca sen sen değilsin!