Kısa süre öncesine kadar generaller siyasette öylesine etkin figürlerdi ki şöyle espriler yapardık:
Türkiye'de kuvvetler üçe ayrılır... Hava, kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere...
Sık sık çıkıp iç tehdit diyerek halka ve onların seçilmiş siyasi temsilcilerine parmak sallamaları, ayar vermeleri vaka-i adiyedendi.
Merkez medyada bugün hala köşe yazarlığı yapan ve demokrat pozları kesen gazeteciler karargâha gider... Paşalardan 'hazır ol'da brifing alır... Ertesi gün de utanmadan bu pozları gazetelerine ilk sayfalarından girerlerdi.
Ankara gazeteciliğinin en "prestijli" etkinliği, Yüksek Askeri Şura'da atama bekleyen generallerle ilgili kulis haber yazmaktı.
Yalnızca biz gazeteciler değil, çoluk çocuk bile generallerin ismini ezbere biliyordu.
Darbe sopasıyla yargının, siyasetin ve medyanın şekillendirildiği üçüncü dünya ülkelerine yakışacak bu manzaralar demokrasimizi güdükleştirdi. Generaller asli işleriyle değil siyasetle meşgul oldukları için terörle mücadelede yıllarca bir arpa boyu yol alamadık.
***
Ülkedeki "solun" ve "sosyal demokrat" ana muhalefetin
sivil siyaset, anti militarizm, demokrasi gibi derdi olmadığı için bu kısır döngüyü kırmak "muhafazakâr" iktidara kaldı.
Siyasi tarihimizin en güçlü sivil siyasi karakterlerinden olan
Tayyip Erdoğan'ın cesur demokratikleşme hamleleri işe yaradı.
Ordudaki darbeye teşne son unsurların 15 Temmuz'da kendilerini afişe etmeleriyle de
sivil-asker ilişkileri demokrasi sınırlarına epeyce yaklaştı.
O gün bugündür de
ordu işini yapıyor.
Eline silahını veren vatandaşıyla, siyasetçiyle, hayali iç tehditlerle değil, sınırlarımızda ve ötesinde güvenliğimizle, ulusal çıkarlarımızla meşgul oluyor.
Irak'ta, Suriye'de,
Akdeniz'de, terörle mücadelede benim diyen orduların başaramayacağı harekâtların altından kalkıyor. Bir yandan da rakiplerini geride bırakan modernizasyonuna kafa yoruyor.
Çünkü
gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi, ordu nihayet bizde de
halkın seçilmiş sivil siyasi temsilcileri tarafından yönetiliyor.
Generaller de isimleriyle değil işleriyle hissediliyorlar.
***
Elbette kolektif bilinçaltımıza işlemiş eğilimlerimizden, pratiklerimizden ha deyince kurtulamıyoruz. Uygun koşulları bulunca hemen depreşiyorlar.
Birkaç gündür medyada yine eski günleri andıran bir tartışma yaşanıyor.
Bir generalin başka bir göreve atanması üzerinden komplo teorileri
üretiliyor, parmaklar sallanıyor.
Darbe söylentileri körüklenirken 'embeded'ların
bir bürokrat atamasını ülkenin en önemli sorunu gibi lanse etmelerini anlıyorum.
Halkın sivil temsilcilerinin isimlerinin askerlerin önünden gitmesini hala hazmedemediler...
Ancak yakılan ateşe darbe karşıtı çevrelerden de odun atılmasına şaşırıyorum.
Basından Akdeniz meselesine kafa yorduğunu öğrendiğimiz
paşamızın FETÖ'cülerin komplosuna kurban gitme tehlikesine dikkat çekenler bile var.
Hangi bilgiyle, kimin referansı ve kefilliğiyle bu iddiaları dile getirdikleriyse meçhul.
Bakın, Yunan Europost gazetesi bile sizin kadar karamsar değil:
" Türk-Libya mutabakatının mimarı, Amiral Cihat Yaycı resmen Türk Genelkurmay Karargahı'na atandı. Önümüzdeki birkaç ay içinde fırtınalı gelişmeler yaşayacağız.
Bu atama, Ankara'nın Doğu Akdeniz'de 'Tam saldırı' için hazırlandığı anlamına geliyor."
Heyecan yapıp onun bunun operasyonuna alet olmamak için, öncelikle ülkenin dümeninde
sivil siyaset hassasiyeti ve darbe karşıtlığı tartışılamayacak bir kaptan olduğunu aklımızdan çıkartmamalıyız.