Batı ve Doğu arasındaki temel farklardan birisi de "güven" meselesi sanırım.
Bizler iletişime geçerken genelde karşımızdakine "güvenmeyerek" yola koyuluyoruz. Yani bizde güven zamanla kazanılıyor.
Batı kültüründe ise tam tersi... Bireyler karşısındakine "güvenerek" iletişime başlıyor. Onlarda da güven ancak zamanla kaybediliyor.
Bu çelişkinin nedenini Batı-Doğu gibi genel kategorilerin yanı sıra daha yerel ve öznel koşullarda da arayabiliriz.
Örneğin taşradaki kapalı ilişkilerin pratikleri, kozmopolit kent yaşamının karşılıklı güveni zorunlu kılan yapısı kadar karmaşık değil.
Bu yüzden dünyanın dört bir yanından ABD'ye gidenlerin tercihi, bir arada yaşamak için asgari şart olan güveni otomatikman kazanacakları New York oluyor mesela... "Biz burada yabancılardan pek hoşlanmayız" tabelalarını henüz sökmüş içteki ya da Doğu'daki eyaletleri tercih eden az denecek kadar az.
Binlerce yıldır bu toprakların kadim başkenti olan İstanbul da entegrasyon konusunda daha uygun koşullar sunması nedeniye güvene ihtiyaç duyan "yabancıları" çekiyor.
***
Biz, karşısındakine güvenerek iletişime başlayan kültürlere göre "
daha samimiyiz ama" diyenleriniz mutlaka vardır.
Hatta Batı kültüründeki güvenin zorunluluktan kaynaklandığını ve "mekanik" yapısı nedeniyle
"gerçek, insani bir ilişkiye" işaret etmediğini söyleyenleriniz bile çıkacaktır.
Kendilerine diyecek sözüm yok. Tartışmanın bu boyutu üzerine şair gazetecilerimiz konuşsun.
Ama hangisinin mantıklı ve hayatın doğal akışına uygun olduğunu gözlemlerime bakarak söyleyebilirim.
İnsan nasıl
diğer canlı türleri arasında komplike yapısı sayesinde öne
çıkıp dünyaya sahip olmuşsa... Güveni
asgari koşul olarak belirleme başarısı göstererek
çeşitliliğini arttıran kültürler de
toplumsal, siyasal ve ekonomik olarak bir
adım öndeler.
***
İş hayatından bir örnek vereyim.
10 yıl kadar önce çalıştığım gazete izlenimlerimi yazmam için bir Doğu ve Güneydoğu turu yapmamı istemişti.
İşin
maliyeti aşağı yukarı belliydi ancak gazetenin verdiği harcırah üçüncü,
dördüncü gün bitmişti. Yine de yedi
günlük yazı dizisini bir şekilde tamamladım.
Otostop yaptığımı, hiç sevmediğim halde
çeyrek fiyat aldığım pazarlıklara düştüğümü hatırlıyorum.
Döndüğümde de plaket beklediğim muhasebeden harcama fişlerini "acilen" iletmemi isteyen bir telefon geldiğini...
Kendilerine böyle bir işin maliyetinin altından nasıl kalktığımı belgelendirmemin mümkün olmadığını...
Yapabilsem zaten gazeteci değil profesyonel muhasebeci olacağımı söylemiştim.
Okuyorlarsa lütfen alınmasınlar. Şahsi değil, takılıyorum sadece. Onlar da diğerleri gibi
peşinen güvensizlik üzerine kurulan bir mekanizmayı işletiyorlardı, o kadar.
Ama bence şu soruyu hepimiz üzerimize alınıp düşünebiliriz:
Sizce,
işe değil fiş peşine sürülenlerin ülkesi Türkiye'de mi daha fazla
usulsüzlük yapılıyordur? Yoksa fişe değil, iş
ilişkisine girdiği
kişinin beyanına güvenenlerin yaşadığı memleketlerde mi?