Western filmlerinden aşina olduğumuz "Hey dostum biz bu kasabada yabancılardan pek hoşlanmayız" repliği bugünlerde tüm dünyada yine revaçta...
Özellikle Batı'da.
Kuşkusuz kolektif bilinçaltımızdaki bu yabancı korkusunu tetikleyen Suriye iç savaşı sonucu oluşan dev göç dalgası oldu.
Milyonlarca insanın yer değiştirmesi, Avrupa'nın nezih sokaklarındaki açık hava yatakhaneleri insanları korkuttu.
Bu "kavruk insanlar" işlerini, evlerini hatta çocuklarını da ellerinden alabilirlerdi.
Yöneticiler bir şeyler yapmalılardı.
Yoksa oy yoktu.
***
Umarız aynı yere varmaz ama, tıpkı Birinci ve İkinci Dünya savaşları öncesinde olduğu gibi yine işe yarıyor bu popülist tehdit.
ABD, Meksikalılar gelmesin diye sınırına duvar örüyor...
Avusturya, ülkede yaşayan çoğunluğu Türk olan doğuluların
sokağa çıkış saatlerini düzenlemeyi tartışıyor.
Danimarka, dindar Müslümanlara geri attırmak için vatandaşlığa geçecek kişilere yetkililerle
el sıkışma şartı getiriyor.
Yunan sahil güvenliği içinde bebeklerin olduğu botları çivili sırıklarla adalarından uzak tutuyor.
Ama yabancılar bana mısın demiyor. Akın akın, kapıdan kovulunca bacadan, bavula bagaja sığıp, denizler, çöller aşarak geliyor da geliyor.
***
Türkiye'de de benzer kaygılar, tartışmalar var.
Ancak
kaderimiz olan geçiş coğrafyası konumumuz bu kez avantajımız.
Tarihin her döneminde yabancılara kucak açmamızın deneyimiyle daha
soğukkanlıyız.
Çok geriye gitmeye de gerek yok. Bazı vatandaşlarımızın
Bulgaristan'dan
Irak'tan geldiklerini kim hatırlıyor?
Siz bakmayın bugünlerde Suriyeli göçmenlere yönelik nefret söylemlerinin çok tartışılmasına...
Hassasiyetimizin nedeni, bu ayrımcı ifadelerin genel bir eğilimi yansıtması değil, sadece bizi şaşırtması.
Zira
ev sahibi pozları takınanlara,
misafirlerimizden daha yabancıyız.