Binali Yıldırım'ın haline tavrına bakan birinin aklına ilk gelen kelime "mülayim"dir sanırım. Ama genel başkanlığa giden uzun yoldaki stratejisini düşününce, kendisine "zeki" sıfatının daha çok uyduğunu düşünüyorum.
Şöyle ki, Yıldırım, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı'na çıkışının ardından yapılan temayül yoklamalarında birinciydi. Dahası, arkasında Erdoğan vardı. Ancak aday gösterilmedi. Ne için?
Yanıt belli; Erdoğan'ın partinin 3. dönem sınırı ilkesinden taviz vermemesi yüzünden. Evet, çok emin şekilde söylüyorum ki sadece ama sadece bu yüzden!
O dönemlerde gerçekleştirilen Latin Amerika gezisinde Binali Bey'e bir müze köşesinde rastladım. Ben, bir siyaset yazarı için adeta hazine olan bu duruma dair sorularımla kendisini bunaltırken, o gayet soğukkanlıydı. Ağzından bir şey kaçırmadı ama her zaman olduğu gibi mesajını fıkralarla verdi.
O günden sonra kamuoyu önündeki her konuşmasını, röportajlarını, girdiği resim karelerini dikkatle takip ettim Binali Bey'in. Hiç sitem etmedi, açık vermedi, olgunluğunu bozmadı.
İşte bu yol, söz konusu olan "başarmış" bir siyasi olduğu için mülayimlikten ziyade zekânın eseridir. Çünkü Binali Bey, içinde siyaset yaptığı mecranın dinamiklerini doğru okuyup rasyonel bir seçim yaptı. Ak Parti "markasının" seçmen nezdinde en güçlü unsurunun Tayyip Erdoğan olduğu gerçeğini gördü. Öyle ya, o da genel başkanlıkta gözü olan diğer isimler gibi süreci yanlış okuyarak, 7 Haziran sonrası Erdoğan'ın partideki etkisinin azaldığı sanrısına kapılıp CNN Türk ekranlarında falan yakınma tuzağına düşebilirdi. Düşmedi. Ve başardı.
Yeni döneme dair bir tanım yapmaya çalışan siyasi analizciler, kahve fallarından analiz çıkarmak yerine zekice yürünmüş bu yol hikâyesine odaklanmalılar bence.
O halde, "mülayim mi zeki mi" tartışmasını "mülayim olan zekidir" ya da "zekiler mülayimdir" diye tatlıya bağlayarak kongre okumalarımıza devam edelim.
Bu arada ne güzel bir kelimedir bu mülayim!