Biri doğuda vuruyor. Türk Kürt ayırmıyor. Yol kontrolünde, 26 yaşındaki Kürt doktor Abdullah Biroğul'u da, kızıyla birlikte seyahat eden Adanalı polis memuru Kadir Özkara'yı da infaz ediyor. Ekmek almaya giden 13 yaşındaki Fırat Simpil'i ve Diyarbakır'da polislere çorba servisi yapan Şeyhmus Sanır'ı gözünü kırpmadan katlederken, saatlerce direksiyon sallayan şoförlerin gözyaşlarına aldırmadan ekmek tekneleri TIR'larını yakıyor. Siirt'te kız istemeye giden konvoylardan yükselen "Edi bese" çığlıklarına aldırmadan aileleri tarıyor.
Diğeri de doğudan yükselen silah seslerinin aksi sedasını duyar duymaz işbaşı yapıyor. Kürt vatandaşların Kırşehir'deki, Balıkesir'deki, İzmir'deki işyerlerini, evlerini yakıyor yağmalıyor.
Teröre karşı en kararlı duruşu sergileyen, bu yüzden yazarları, yöneticileri ölüm tehditleri alan Sabah gazetesini de taşlıyor, Gökhan Çakır şehit düşmeden iki gün önce, babasının İzmir'deki dükkânını da...
Kışkırttığı taraftarları sırf sahibi Diyarbakırlı diye Antalya'daki kebapçı dükkânına doğru yürürken, kendisi Ankara'daki genel merkezinden halkın yüzde 52 oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanının makamı Beştepe'yi basma tehditleri savuruyor.
Sorsan düşmanlar
Hem de sonuna kadar... Biri öbürüne "bölücü," "hain" diyor. Diğeri de ona "ırkçı," "faşist." Ama hep kol kolalar. "Bölücü" seçimler öncesinde bir slogan buluyor, "Seni başkan yaptırmayacağız" diyor. "Faşist" hemen sahipleniyor, mitinglerinde bu sloganı attırıyor.
Hükümeti teröre karşı daha sert olmadığı için eleştiren "faşist," "bölücünün" mecliste iç güvenlik paketi oylanırken yaptığı "hayır" direnişine katılıyor. Biri bozkurt selamı vererek, diğeri ise zafer işareti yaparak, molotoflu, silahlı göstericilere polisin etkin müdahale edebilmesini sağlayacak yasayı engellemeye çalışıyorlar.
Her zaman verdikleri poz bu denli kör gözüm parmağına olmasa da sonuçta asla birbirlerinin kuyruklarına basmıyorlar. "Irkçı" ülkeyi seçime götürecek bir koalisyon hükümetinde yer alma sorumluluğunu, partneri olacak partinin Kürtlerin demokratik haklarını iade etmesini gerekçe göstererek üstlenmiyor. Bu tavrıyla "hain" dediklerinin el mecbur seçim hükümetinde yer almasının önünü açtığını umursamıyor bile.
"Hain" bu jestinin karşılığını, Kürt sorununda ilk kez ciddi siyasi risk alan partiyi yeri gelince hedef tahtasına oturtarak, yeri gelince de bu partinin tabanındaki milliyetçileri "ırkçısının" partisine doğru sürükleyerek veriyor.
"Bölücü" ile "hain," kimi zaman açıktan kimi zaman da sinsice yuvarlanıp mutlaka birbirlerini buluyorlar.
80+1 vekil uğruna
Bedeli ağır oluyor elbette bu kan kardeşliğinin. Ekmek parası peşindeki gencecik polis memurları, uzman çavuşlar, yaşı gelince askere gitmiş yoksul mehmetler birer birer toprağa düşüyor. 13 yaşındaki Kürt çocuğu Fırat'ın ve Diyarbakırlı çorbacı yamağı Şeyhmus'un anneleri kan ağlıyor.
Batı illerine yine 90'lardaki çatışmalar yüzünden göçüp yeni, huzurlu bir hayattan başka beklentisi olmayan Kürtlerin ve onların karşısına dikilen milliyetçi çocukların hayatı kaydırılıyor. Şurada burada ilan edilen kanton romantizminin bedelini iki ateş arasında kalan siviller ve görevini yapan güvenlik görevlileri ödüyor.
Bizim sözüm ona düşman kardeşlerse, karşılıklı derinleştirdikleri şiddet sarmalını izleyip ellerini ovuşturuyor. 80' er milletvekilinin üzerine üç beş daha koyma hayalleriyle mest olup daha da hırçınlaşıyorlar.
Plazadaki gazeteci dostlarının "biraz daha çalışın, bakarsınız darbe gelir, bire on kazanırsınız" temennileri de keyiflerine keyif katıyor.
Kazandıkça kazanıyorlar, insanlıklarını yitirmek pahasına...