Son dönemde Türkiye'de "barış" kadar içi boşaltılan bir kavram yoktur sanırım. Bir dönem adında "barış" da geçen partinin yöneticileri ve vekilleri, ellerine aldıkları siyasi temsil kabiliyetini buruşturup çöpe atıveriyorlar. Savaşı, silahlı mücadeleyi, taleplerini, hedeflerini gerçekleştirmek için meşru bir araç gibi pazarlıyorlar.
Kimi Kandil'in komutanlarının bir rest uğruna ölüme gönderdiği militanın cenazesine katılıp "tüm seçmenleri için de aynı akıbeti arzuladığını" göğsünü gere gere ifade ediyor. Alkış bile alıyor. Bir diğeri seçmenlerine, meşruiyetini borçlu olduğu sandığı kuran ve iradesine saygı gösteren demokratik sisteme karşı sokakta örgütlenmesi için açıkça çağrı yapıyor.
Haydi, iradesini doğrudan hareketin silahlı kanadına teslim ettiğini gizleme gereği bile duymayan mazbatalı askerlerin emir komuta zincirine uygun bu tavırlarına şaşırmıyoruz diyelim. Peki, sivil alanın göbeğinde yer alıp varoluşunu insanlığın ortak birikimi evrensel değerlere borçlu olanların barışı sinsice araçsallaştırmalarına ne buyrulur? Kamu yayıncılığı yaptığını söyleyen bir gazeteci, insan hakları aktivisti ya da akademisyen için bu durum affedilecek bir suç mudur?
Yo gemi azıya alıp, çocuk yaştaki kızların, erkeklerin canını açıkça savaşa pazarlayanlardan bahsetmiyorum sadece. Asıl tehlikeli olanlar, insanlık tarihinin savaşa karşı soylu ve asil mücadele yöntemlerini kullanarak, barışı ideolojilerinin zaferi için bir kalkan gibi kullanan "canlılar!"
Katile lojistik destek
Evet, barış mücadelesinin önemli direnişlerinden biri olan "canlı kalkanlardan" bahsedeceğim. Bu kavramı duyunca, aktivistlerin bir çatışma ya da savaş ortamında, okul, hastane gibi yaşam alanlarında sivillerin zarar görmesini engellemek için bedenlerini siper ettikleri pratikler akla geliyor. Gandi'nin ya da 1 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği ABD'nin Irak işgali sırasında enternasyonalistlerin bu konudaki pratikleri insanlık onurunu yücelten eylemlerdi.
Son dönemde Türkiye'de yaşanan çatışmalar esnasında kimi zaman telaffuz edilen canlı kalkan eylemleri ise adeta çatışmanın taraflarından birinin lojistik gücü olarak vazife görüyor. Örneğin PKK'nın geçtiğimiz günlerde zaman ayarlı mayın patlatması sonucu hayatını kaybeden 13 yaşındaki Fırat Sımpıl'ı ya da örgütün yol kontrolünde öldürdüğü 26 yaşındaki hekim Abdullah Biroğlu'nu düşünelim.
PKK bu iki cinayeti de açıkça üstleniyor. Devlet de hâkimiyet alanındaki bu terör saldırılarının ardından sorumluları yakalama görevini yerine getirmek için güvenlik güçlerini harekete geçiriyor. İşte bu noktada birileri inisiyatif alıp faillere ve bağlı bulundukları örgüte yönelik, yargısal soruşturma sürecinin bir parçası olan operasyonları engellemek için "araya" giriyor.
Allah aşkına söyleyin, dünyanın neresinde biri çocuk diğeri genç iki sivilin katillerine yönelik devletin yasal ve meşru operasyonunu engellemeye çalışmak "canlı kalkan inisiyatifi" olarak tanımlanabilir.
İnsan hakları literatüründe tanım da net, pratikler de. Canlı kalkan, siviller ve onların yaşam alanları hedef alınınca devreye girendir. Güpegündüz, çocukların, yaşlıların, kadınların dolaştığı kent merkezlerine roketlerle, kalaşnikoflarla, el bombalarıyla gelenlere yataklık eden değil. Doğru, bedenlerini, sivillerin kullandığı sokakları, caddeleri kapatan, halka hizmet veren kamu binalarını sarıp ateş altına alanlara siper edenlere kalkan denir ama insan, hatta canlı denilemez.
Sahi, neden PKK'nın saldırdığı sivil hedeflere de canlı kalkan olacak gerçek barış aktivistlerini göremiyoruz?