Son dönemde, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 13 yıllık iktidarı boyunca kültür endüstrisinde başarılı olamadığı, bu nedenle "gerçek iktidarı" alamadığı tartışılıyor.
Kimilerine göre eksiklik hükümete yakın medyanın "ilgi çekici" olamamasından kaynaklanıyor. Başka bir görüşe göre de mevzu, "tembellikten" tutun da aşırı angaje olmaya kadar geniş bir nedenler kümesinde tartışılmalı.
Kültür endüstrisine hakimiyet sorunu Marksist terminolojiye göre bir mülkiyet konusudur. İletişim araçlarına sahip olan içeriğin de hakimidir. Bu yüzden Marksist iletişim araçlarını fetişleştiren ve özerkleştiren media (media or tools) kavramı yerine, Marksist yaklaşım means of communication kavramını kullanıyor. Bu kavram yalnızca iletişim araçlarını değil, aynı zamanda iletişimi üretmede, dağıtma ve tüketmedeki araç ve gereçleri, örgütlü yapı ve ilişki biçimlerini, özlüce iletişimin yapılış yolunu içeriyor.
Ak Parti iktidarı süresince medyadaki eşitsiz mülkiyet sorununu bir nebze de olsa aştı. Kendi dünya görüşüne yakın bir medyayı kısmen oluşturdu. Ama yine de medyada temsil noktasında sandığa yansıyan iradenin yanına bile yaklaşılamadı.
Bu noktada, ülkedeki kültürel hayatı başından beri resmi ideolojinin kayırmasıyla elinde tutan beyazların bu alandaki "deneyimi" görmezden gelmemek lazım.
Ekonominin ve kent hayatının merkezinde olanlar, bu uzun süre içerisinde bir yandan kurumsallaştılar bir yandan da "dillerini" tartışmasız şekilde hakim kıldılar. Tabii ki aynı zamanda kültür endüstrisi alanında üretimin niteliğini doğrudan etkileyen sermaye birikimini de gerçekleştirdiler.
Dolayısıyla medyada temsil edilmeyen kesimlerin son dönemdeki hareketliliğini tartışırken bu eşitsiz koşulları göz önünde bulundurmak lazım.
Ama tüm bunların ötesinde "söylemin" yaygınlaşmasına ve meşruiyetine muazzam katkısı olan popüler kültüre karşı tutum konusunu da atlamak olmaz. Ve aslında zor olan, köklü varoluşsal çatışmaların yaşanacağı bu bariyerin aşılmasını göze almaktır.
Muhafazakar bir kitleye içerik üretme hedefi, çeşitli ahlaki tutumları da zaman zaman talileştiren bir perspektifi göze alabilir mi? Magazinden tutun da sanata kadar siyasi söylemin popülerleşmesini sağlayacak araçları, karşısında konumlandığı medya kadar özgürce kullanabilir mi?
Bazıları merkez medyanın ulaştığı yaygınlığa ve meşruiyete, yukarıda saydığımız araçlara "tenezzül" etmeden yalnızca entelektüel derinlikle ulaşılabileceği iddiasında.
Ne yazık ki ben bu konuda fazla iyimser değilim. Yaş ortalaması 30 olan, demokrasisinin ve ekonomisinin yeni yeni kurumsallaşmaya başladığı devinen bir ülkede işe, sanatta ve medyada kültürel sınırlar çizerek koyulmak ve avantajı "ağır başlılıkla" kapatmaya çalışmak nafile bir çaba gibi.
Bence bu konuyu konuşmalıyız.