İki ateş arasında-1
Belki kimseler farkında değil ama 7 Kasım seçimlerinden sonra Türkiye'de çok önemli bir gelişme ortaya çıktı. Bu gelişme toplumun, saç teliyle kesilmiş yumurta gibi ikiye bölünmesi değil. O zaten öyle. Toplumun bir bölümü, 'beyazlar'ı toplumun geri kalan kısmına kendisini kapattı. Bu tek başına bir olgu olamaz. Yaygın, geniş ve taşkın. Sosyal ve elbette siyasal dallanıp budaklanması da üstüne üstlük.
Fakat asıl gelişme dediğim şey o kesimin Kürtler ile ordu/ devlet arasında sıkışması.
***
Aslında her şey 1 Kasım'dan önce ayan beyan görülüyordu. Kentli, yüksek gelirli, iyi eğitimli, Batılı kesim
Akparti gücünü engellemesi bakımından Kürtleri zaruri görüyordu. Onlarla kuracağı bir ittifakın Akparti'yi
tek başına iktidardan alıkoyacağını 7 Haziran deneyiminden öğrenmişti.
Kürtleri, o kesimin
münferit talepleri için değil, sadece bu maksatla destekliyordu.
Geleneksel olarak
CHP'ye oy veren ama onun yetersizliğini tüm boyutlarıyla gördüğü için bezmiş bu kesim CHP'ye artık oy vermeyecekti. Çünkü sadece
CHPAkparti arasına sıkışmış olan siyasal sistemde
Akparti erki engellenemiyordu.
Gene bu kesim,
Kürtleri bahsettiğim nedenle desteklerken, öte taraftan, içinde her şeye rağmen mevcut '
ulusalcı/
devletçi' duygularla
Kürtlerin taleplerinden tedirginlik duyuyordu.
Özerklik, ana dilde eğitim, eşit yurttaşlık, kimlik aidiyetinin mutlaklaştırılması hayli
'sivri' taleplerdi.
Gene de '
Akparti tehlikesi' daha yakın göründüğünden bahsettiğim ittifak kuruldu. Ayrıca
Demirtaş '
seni başkan yaptırmayacağız' diyerek ittifakın kendisine ait kısmını imzalamıştı.
Fakat 7 Haziran sonrasında başlayan '
şiddet dönemi' bu kesimi alabildiğine tedirgin etti. Son kertede (ilk kertede de)
devletçi bürokratik yapıyla bütünleşmiş bir geçmişten gelen bu çevre
PKK'nın hamleleri karşısında ne yapacağını şaşırdı. Sakal -bıyık arasında sıkışmış olarak kımıldayamadı.
HDP desteklenerek
Akparti aşılabilirdi ama bu defa da
PKK'nın tuzağına düşülerek '
kurucu ilkelerle' yaşanacak çatışma desteklemiş olabilirdi.
***
Bugün bu durum daha da derinleşmiş bir halde. Mevcut '
şiddet dönemini', PKK'nın etkinliğini nereye kadar- nereden sonra destekleyeceği hususunda hayli tedirgin bu çevreler.
Bu saptamayı herhangi bir kınama, eleştiri, polemik maksadıyla yapmadım. Tersine, Türkiye'deki siyasetin
dar ve sıkışık geometrisini, çok önemli bir
toplumsal çevrenin siyasal tutukluğunu saptamak istedim. Bunu hayati buluyorum. Çünkü öteden beri sürdürdüğüm bir görüşüm var. Bu çevrenin mevcut iktidarla
mutabakatını ve mukavelesini önemseyenlerdenim. Gelin görün ki, kendi pozisyonunu (katılın katılmayın) gayet net olarak ortaya koyan
Akparti karşısında bu çevre
CHP ile HDP,
PKK ile devlet arasında kalarak çok ciddi bir
siyasal vizyon problemi yaşıyor.
Bir taraf bu derecede kısır bir siyasette kalınca,
ulusalcılık ve PKK arasında donunca ne
entelektüel düzeyde ne de
siyasal pratik düzeyinde bir açılım yaşanıyor. Tekdüze, kıyasıya ve dışına tamamen kapalı bir tarz ve tonda sürdürülen, eleştiriden öte artık tamamen
zıtlaşmaya dayalı siyasal tutum aşılamıyor. Aşılamadığı gibi o kesimin
objektif bir siyasal söylem üretmesi,
gerçekçi bir siyasal pozisyon alması da olanaksızlaşıyor.
Halbuki siyasal söylem ve vizyon her türlü kısıtlamayı aşmak içindir. Bu konuyu sürdüreceğim.