Yıllar önce Demirel'i ziyarete gitmiştim. Yasakları yeni kaldırılmıştı, siyasete hazırlanıyordu. Oturup başka meselelerden konuştuk. Söz nasılsa dönüp dolaşıp Musul-Kerkük konularına geldi. Bana önümdeki teybi kapatmamı söyledi. Sonra 'o Musul'un, Kerkük'ün verildiği Meclis'te çok gözyaşı dökülmüştür. Bu konuları da artık yavaş yavaş gündeme getirmek gerekir' dedi. 'Kim getirecek' diye sorduğumda, 'işte' dedi 'sizin kuşak getirir...' Belki de ilk kez yazıyorum bu anekdotu...
Bu konu, aradan epey bir süre geçtikten sonra, bir Orgeneralle konuşurken yeniden açıldı. Bana neredeyse kelimesi kelimesine aynı şeylerden söz etti. O da konunun yeniden açılması gerektiğini söylüyordu. Orgeneral, Demirel'den çok daha gençti. Ama o da benzeri düşüncelere sahipti.
Musul-Kerkük konusunun zihnimizin gerisindeki 'büyük kayıp'la ilişkili olduğunu biraz yakın dönem tarihiyle uğraşan herkes bilir. O iki 'kentin' hangi şartlarda verildiğini muhafazakârlar daha da yana yakıla anlatırlar. Ama bu Attila İlhan gibi bir Kemalistin de aynı konuyu içinde işleyen, kapanmayan bir yaraya dönüştürmesini engellemez.
O da ölene kadar bir yandan Atatürk'ün 'kontrollü dış politika' yöntemini savururken bir yandan da bu bölgede gözü olduğunu hiç sözünü sakınmadan iddia etti. Zaten tezine göre, Mustafa Kemal Musul petrolleri üstünde biraz 'patırtı çıkarınca' İngilizler de Şeyh Sait isyanını 'patlatmış'tı.
Beşika kampındaki Peşmergeleri eğitmek maksadıyla bölgeye Türkiye mevcuttan epey fazla sayıda asker sokunca aklımdan bunlar geçti. Şartların farklı olduğunu biliyorum. Meselenin ne olduğunun da farkındayım. Mesele bugün Şengal-Beşika-Telafer düzleminde cereyan ediyor. Öteki kefede de DAEŞ var. Şengal'i kaybettikten sonra şimdi acaba Telafer'i de verecek mi DAEŞ?