1916'da Sykes-Picot anlaşması imzalandı. Sykes İngiltere, Picot Fransa diplomatıydı. Anlaşma gizliydi. Ruslar da işin içindeydi. Uzlaşma Osmanlı İmparatorluğu sonrasında onun kontrolündeki OD'da İngiltere ve Fransa'ya verilen hâkimiyet bölgelerini saptıyordu. 1917 Devrimi olunca yeni yönetim anlaşmayı dünyaya duyurdu. Herkes rezil olmuştu.
O sözleşme Irak ve Suriye'nin kuruluşudur. Üç hafta sonra 100. yılına giriyoruz. Çarpıcı derecede ilginçtir ki, 100 yılda anlaşma tükendi. Bugün ne o Irak var, ne de Suriye. Nasıl, Mareşal Foch, 1919'daki Versay anlaşması için, 'bu bir anlaşma değil, 20 yıllık ateşkestir' diyor ve 1938'de 2. Dünya Savaşı'nın patlamasıyla haklı çıkıyorduysa, galiba Sykes-Picot ve sonrası için de bir anlaşma değil, 100 yıl ertelenen bir kavgadır demek yerinde. Üç aşağı beş yukarı her şey 1916'daki mevzilerine dönüyor. Düşünün ki, Irak ve Suriye bugün artık 'yönetilemez ülkeler' (nongovernable states) konumunda.
***
OD'nin bugünkü '
feci' hali bana bunları düşündürüyor. OD'nin yakın geleceği karanlık. Etnisite çatışmaları, büyük devletlerin hâkimiyet kurma uğraşıları, yeni yapay yapılanmalar bölgeyi
Türkiye bakımından da sıkıntılı hale sokuyor.
Her şey bir yana,
Jarablus düşerse,
Türkiye'nin güneyi boydan boya
Kürt kantonlarıyla kapanacak. O bölgenin düşmesini sağlayacak olan savaşı şimdi
Rusya ve ABD müştereken veriyor. ABD
PYD'ye,
YPG'ye her düzeyde yardım sağlıyor. 2002'den beri sürdürdüğü
Türkiye'nin güneyinde Kürt devleti tezini adım adım ama kararlılıkla uygulamaya koyuyor.
Türkmenleri bu maksatla bombalıyor
Rusya. Çünkü Türkmenler bölgeyi farklı bir etnisitede tutan tek unsur.
İşin garibi bölgedeki bu oluşuma sadece
DAEŞ direniyor. Ama o da kendi saçmalıkları içinde. Derken,
Fransa ona yükleniyor.
ABD ona yükleniyor.
Türkiye DAEŞ'e karşı. Gelin görün ki,
Fırat'ın batısında, yani
Jarablus'ta görürse
PYD'yi açık hedef sayacağını belirtti Türkiye. Ve DAEŞ'le PYD vuruşuyor.
Rojava savaşı buydu. Üstelik PYD o bölgeye bizzat müttefikimiz ABD eliyle itiliyor. İçinden çıkılmaz bir 'matris' bu!
***
Merceği biraz daha aydınlatıp biraz daha yakından bu defa '
içeriye' bakalım.
PKK, bir yandan savaş istemediğini, müzakereye açık olduğunu belirtiyor. Öte yandan aynı PKK, artık
Öcalan'ı dikkate almayacağını, askeri çekilme kararının kendisine ait olacağını belirtiyor. Muhtemelen
Öcalan'ı serbest bıraktırmak için bir taktik boyutu da vardır bu açıklamanın ama, özü itibariyle, PKK, bundan sonraki müzakerelerde kendisini hâkim konuma getirmek istiyor.
Gene aynı PKK bu defa şehir savaşını sürdürüyor ve '
hendek siyasetine' yöneliyor.
Özyönetim kavramını siyasallaştırıp bir etnik yapının hâkimiyet imkânına dönüştürüyor. Kentleri, kasabaları kapatıyor. Muhtemelen bir süre sonra da Rusya ile daha farklı ilişkiler kuracaktır, hatta başlamış bile olabilir o 'yeni düzen' yakınlaşmasına.
Bütün bu tablo içinde geriye bir tek imkân kalıyor: daha önce de yazdığım gibi, Türkiye'nin
Kürt meselesini bir an önce çözmeye başlaması.
Barış sürecine geri dönmesi. Bu yaklaşımın sadece bir
Kürt politikası olarak biçimlenmesi gerekmiyor. Akparti, 1 Kasım başarısından sonra bu oluşumu büyük
anayasa uzlaşmasının, yeni
toplum sözleşmesinin bir unsuru olarak ele alabilir. Çünkü artık Kürt sorunu Türk, Türk sorunu da Kürt sorunu haline gelmiştir. Kirli anlaşmadan 100 yıl sonra durum budur.
İnsan Marquez'in kitabının adını bir şimşek hızıyla hatırlıyor: '
100 yıllık yalnızlık'!..