Cumhurbaşkanı Abdullah Gül uzun bir aradan yani devletin başı olmak görevinden ayrıldıktan sonra televizyona çıktı. Gül'ün konuşması ders verir nitelikteydi. Gayet sakin, çok özlediğimiz şekilde mütebessim, kendinden emin, özgüvenli, meselelere hâkim haliyle soruları cevapladı. Eğer daha farklı, canlı, güncel, ekonomik ve uluslararası konularla daha ilgili sorular sorulsaydı eminim daha da geniş bir alan üstünde Gül'ün cevaplarını alacaktık. Fakat bu kadarıyla bile Gül iki temel konuda dikkat çekici tespitte bulundu.
***
Birincisi, Gül, kendisinden gerek
Akparti'ye gerekse
devlete yönelik bir
kıyamet senaryosu bekleyenleri boşa çıkardı. Son derecede önemli bir noktadır bu. Türkiye'de belli bir çevre zannediyor ki, Gül, belli şekilde fırsat kollamaktadır. Bir zafiyet anında ortaya çıkacak ve Akparti'ye yönelik
manevrada bulunacaktır.
Açıklamasıyla Gül bu senaryonun içinde olmadığını gösterdi. Hatta daha da önemli bir tespitte bulundu. Kendisini en büyük eksiklerimizden veya ihtiyaçlarımızdan olan '
doymuş siyasetçi' profiliyle bütünleştirdi. CB seviyesine gelmiş bir kişinin hâlâ '
doymamış' biri olarak
kulislerle işi olmayacağını vurguladı. Ama bir gerçek var: devlet adamlarına bir gün iş düşerse ortaya çıkarlar.
Churchill bunu yaptı,
De Gaulle bunu yaptı,
İnönü bunu yaptı. Sırası gelince o da yapacaktır.
İkincisi, Gül,
özgürlüğün her bakımdan bir hayati ilke olduğunu belirtti. Özgürlük sadece
basın özgürlüğü değildir. Bir genel tutumdur.
Demokrasiden ayrılamaz. Hatta demokrasi bile bir özgürleşme aracıdır. Her demokrasi özgürlüğü içeremez. Ama her özgürlük bir demokratikleşmeye açılabilir.
Gül, bu bilinç içinde,
Türkiye'deki özgürlüğün ve demokrasinin ne derecede hayati olduğunu vurguladı. Buna
rasyonel siyaset ve yönetim anlayışını ekledi. Kendisinin içinde, başında olduğu dönemdeki Akparti başarısını bu bağlama yerleştirdi.
Neticede
2002'de onun hazırladığı ve ilk defa uyguladığı
Acil Eylem Planı'yla başlayan momentum bir on yıl kesintisiz sürdü ve Akparti başarısını meydana getirdi. O dönemde Akparti
gündelik siyasetin üstüne çıkan bir siyaset anlayışıyla daha fazla bütünleşmişti. Gül, bu hususun sadece Akparti bakımından değil Türkiye bakımından da ne derecede önemli olduğunu belirtti.
***
Bu iki tespit neye işaret ediyor derseniz aslında bir
yol haritası çiziyor. Türkiye'nin bir bütün olarak, fanatikleri dışında,
Gül- Erdoğan ikilisini hayli sevdiğini daha önce de çok belirttik.
Çok karizmatik ve duygusal bir liderle
soğukkanlı ve ussal bir lider arasındaki
denge Türkiye'de çok şeyi başardı.
Keşke bu modeli sürdürmenin bir yolu bulunsaydı. Maalesef yapılmadı. Kırılmalar oldu. Şimdi Gül doğan
boşluğu ve Akparti
dönüşümünü hem içinden hem dışından izleyerek gözlemlerde bulunuyor. Bu gözlemlerine dayanarak depremin olabileceği
fay hatlarını işaret ediyor. Gerek Akparti gerekse Türkiye'deki
siyasal sosyoloji açısından bu durumu dikkatle izlemek gerekir. Nedeni şu...
Gül ve Erdoğan'ın CB adaylıkları
2007'de söz konusu olduğunda Akparti tabanına dönük bir analiz yapmış ve parti içindeki
sınıfsal dinamiklerin Erdoğan'ın aday olmasına izin vermeyeceğini, o dinamiklerin Gül'ü öne iteceğini ısrarla vurgulamıştım. Öyle oldu. Aradan geçen sürede Erdoğan CB seçildi. Gül çekildi. Bu ikili pozisyon değişikliğiyle parti içinde
sınıfsal bir boşluk meydana gelmiştir. Bugünkü durumu, olumlu- olumsuz, geniş ölçüde bu neden hazırlıyor. Gül, şimdi çizdiği çok sakin, çok olgun, kavrayıcı profille bu boşluğun büyümesini engellemeye de çalışıyor. Türkiye'nin yakın dönem kaderi bu doğrultudaki unsurların işleyişiyle çizilecektir.
Çok önemliydi Gül'ün açıklamaları, çok...
Not: Pazartesi yazımda Doç. Dr. Koray Çalışkan'ın soyadını heykelci dostum Koray Ariş'in soyadıyla karıştırmışım. İkisinden de okurlarımdan da özür dilerim.