Partilerin açıkladığı aday listeleri Türk siyasetinin birkaç önemli sorununa dikkat falan çekmenin çok ötesinde parmak basıyor. Hayli üzücü bir durum bu.
Çok uzağa gitmeden hemen belirteyim. Bütün partilerde listeler 'genel başkanların sahası.' Onların iradelerini, tercihlerini, 'takdirlerini' yansıtıyor. Partinin aday belirleme yöntemi neredeyse sıfırlanmış durumda. Bazı partiler bunu kendi kültürlerinin bir sonucu olarak ortaya koyuyor. Ama kabul edilebilecek bir şey değil bu.
Gene sözden çok uzaklaşmadan hemen belirteyim. Türk demokrasisinin en büyük eksiği olarak parti içi demokrasi eksiğini, bu mekanizmanın sorunlarını görüyorum. Orada daha dinamik bir yapı olsaydı bugün demokrasi Türkiye'de her bakımdan daha ileri giderdi. Parti tabanının katılımı, siyasetin aşağıdan yukarıya örgütlenmesi, önseçim gibi mekanizmalar genel olarak demokrasinin niteliğini çok yukarılara çekecektir.
***
Yıllardır bunu yapamadık. 1990'larda bir dönem
sol partiler bu konularla çok meşguldü. Sonra onlar da unuttu.
Baykal sultasının olduğu bir dönemde kim bu konuları hatırlayacaktı? Şimdi de öyle,
CHP, mesela
Kocaeli milletvekili Prof. Hurşit Güneş'in adeta isyan ederek
önseçim yapın demesine rağmen önseçime gitmedi. Kendisine bunca güvenen bir milletvekilini de genel başkan, gözünü bile kırpmaksızın aday göstermedi. Nedeni büyük ihtimalle
Güneş'i kendisine
potansiyel rakip görmesiydi.
Öte yandan
Meral Akşener'i
Bahçeli, gene kendisine bir tehdit olarak gördüğü için listelere almayınca '
genel başkanımın takdiri' diyor. Hiç bu yapay '
particilik- parti disiplini' pozlarına gerek yok. Genel Başkanların milletvekili tayin etme, tercih etme diye bir görevi yoktur. Hele böylesine pervasızca ve sırf kendisine rakip gördüğü için her türlü siyasi nezakete aykırı olarak hiç... Listeye konmayan bir adayla ilgili objektif bir gerekçe olur. Bu, mesela, üniversitesinden istifa eden
Doç. Koray Ariş için de geçerlidir. Birinci sorun bu.
***
Gelelim ikincisine. CHP ve MHP tamı tamına
20 yıldır Türkiye'de iktidar yüzü görmek bir yana,
iktidar hayali bile kurmamış partiler. Geçen seçimde
koalisyon yoluyla iktidar kapılarını çaldı. Bu durumun Türkiye bakımından ciddi bir sonucu vardı. Söz konusu partiler
devleti yönetmek kapasitesine sahip değildi. Hazırlıkları yoktu. Kadrolardan mahrumdular.
CHP bazı yeni isimleri bünyesine alarak bu açığı kapatmaya yeltendiyse de yeterli değildi. Halbuki bu defa eldeki fırsat tam da bu nedenle kullanılabilirdi.
Tabanla kurulmayan ilişki
tavanla kurulur, oradan yeni ve ehil isimler derlenip partiye katılabilirdi. Biraz da ironik olarak belirteyim, tıpkı Akparti'nin son dakikada
Ali Babacan'la yaptığı manevra gibi. Belli ki, gene aynı gerekçelerle, genel başkanlar,
bize tehdit oluşturur diye düşünerek, nitelikli isimlerin parti saflarına, eylemli politikalara katılmasından endişe duyup bu işten uzak durdular.
Siyaset
çok zor bir alandır. Siyasetçi
çok zor yetişiyor. Bırakın yetişmesini
siyasete katılmaktan kaçabildiği kadar kaçıyor insanlar. Bu şartlar altında ve Türkiye'nin gerçekten
kadro yenilemeye,
ideoloji yenilemeye bu derecede ihtiyacı olduğu bir dönemde bu liste meselesi muhakkak daha ciddiye alınmalıydı, söylediğim bağlamda.
Parti içi demokrasi, demokrasinin mührüdür.