Kürt konusunda beklenen gelişmeler yaşanıyor. İnsanlar sokaklara dökülüyor. Son derece tehlikeli bir gidişin eşiğinde duruyoruz. Taraflar sertleşiyor, keskinleşiyor ve birbirinin boğazına yapışıyor. Umarım, 1990'larda her şeye rağmen yaşanmayan, engellenen pogrom ve kristal gece tehlikeleri, ipuçları bu kadar belirmişken, bir kere daha engellenir. Ama itiraf edeyim ki, bu defa gidişatı daha sert görüyorum. O zaman aklıma, herkes gibi, ne yapılabilir sorusuna cevap aramak geliyor ama bugünkü dünyada herhalde daha zor bir soru yok.
***
O zorluğun nedeni bizim sadece
yerel bir mesele saydığımız, sadece bir
terör örgütü operasyonu olarak gördüğümüz bu konunun aslında
uluslararası boyutlarının olmasıdır.
OD gibi kanlı, karmaşık ve hayli karışık bir bölgede
Kürt konusu gibi farklı bölge ülkelerinin doğrudan bağı olan bir meselenin başka türlü mütalaa edilmesi olanaksız. Ona bir de bölgeye müdahil olmak isteyen ve olan
büyük devletlerin etkisini katın, durumun vahameti anlaşılacaktır.
Hiç şüphe yok ki, PKK hadisesi öncelikle
Kürtlerin kendi iç çatışmalarının bir sonucudur. Yani, bütün o
Oslo görüşmelerinden,
Öcalan mektuplarından sonra, ne oldu da
Selahattin Demirtaş kürsüye çıkıp Erdoğan'a '
seni başkan yapmayacağız' dedi? Böyle bir tepkinin
gelmeyeceği, hatta
başkanlık konusunun Kürtlerle sürdürülen müzakerelerin yapıcı unsurlarından biri olduğunu sağır sultan bile duymuştu, cihanı âlem biliyordu. Öcalan da o oluşumun bir parçasıydı.
Demirtaş o lafı ettiğinde herkes
Erdoğan muhataptır sandı ama hamle
Öcalan'a karşı yapılmıştı ve
Kandil çıkışlıydı.
İplerin koptuğu asıl nokta odur. Yani, PKK bugün bu savaşı Türkiye ve devlet üstünden aslında Öcalan'a karşı sürdürmektedir. İki yıl üst üste
Nevruz açıklamalarını yapan Öcalan değil miydi ve meydana toplanan bir milyon insana
silahları gömme aşamasına geldiklerini söyleyen gene bizzat Öcalan değil miydi? Oradan Kürtlere dönük
hukuki yapı değişikliğine,
yeni bir anayasaya,
anayasal yurttaşlığa geçilecekti.
Dünya ve bölge siyaseti buna izin vermedi. Birincisi budur ve bu son derecede ciddi bir haldir.
İkincisi şimdi yaşadığımız
fiili durumdur. Türkiye PKK'ya karşı elbette karşı koyacak. Ama bu çatışmanın gene bu
bölgede ne türden bir dizi soruna yola açacağını da bilmek gerek.
Kuzey Irak'taki durum,
Suriye'deki durum,
İran'ın sessizliği herhalde yakın dönemde gündemimizde olacaktır. Buna
PYD ve
DAEŞ'i katınca karmaşanın boyutları genişliyor.
***
Bütün bunlarla birlikte düşününce çözüm gelip
siyasal bilinç noktasında kilitleniyor. Türkiye bütün o
barış sürecinde konuyu dikkatle yürütüyordu.
Fakat
şiddet başlayınca iki taraf da paralize oldu. Türkiye belli ki, seçimlere kadar bu minval üzere gidecek. Seçimlerden sonra çözüm için
yeni/den arayışlar başlayacak. İşte o noktada acaba Türkiye'nin
siyasal bilinci yeni bir çözüm dönemi başlatmaya yetecek mi?
Sorun eğer gelip önce silahların susması sonra görüşme veya önce görüşme sonra silahların susması zıtlaşmasına dayanırsa daha ileri gidilemez. Bu tersleşmeyi aşmak ancak daha yukarıda, daha geniş, daha uzun soluklu bir bakış açısıyla mümkündür. Ve PKK'nın da bu konuda
yeni bir bilinç geliştirmesi gerekir. Bugünkü yani 30 yıllık anlayışla daha fazla ilerlenemeyeceğini onun da idrak etmesi şart.
Unutmayalım sadece Türkiye değil OD da hepimizindir.