Seçime gidiyoruz. Bazı arkadaşlarımız seçimin olmayacağına çok inanmışlardı.
Oysa seçime gidileceği daha ilk günden ve çok muhtemeldir ki, daha seçimden önce düşünülmüş, planlanmıştı. Adım adım o noktaya erişildi. Bu durumda iki sorunun üstünde duralım. Birincisi, iyi mi oldu sorusudur. Diğeri, bu gelişme engellenebilir miydi?
***
Hemen belirteyim.
Koalisyon
kurulamayacağı ortaya çıktığına göre,
belirsizlikle yaşamaktansa
bir an önce seçime gitmek hem doğrudur hem de iyi. Kaldı ki, Türkiye'nin bu '
seçim sendromu'nu aşması gerek.
Seçim Türkiye'de bir
facia gibi algılanıyor. Seçime dönük korkular, tedirginlikler, ürpertiler yaşanıyor.
Her zaman. Daima. Seçime
gidilmediği için Türkiye'de iki kere
askeri darbe yaşandı.
Seçime gidilmediği için Türkiye verimsiz, yetersiz, yeteneksiz idarelere mahkûm oldu.
Seçim doğrudur. Zordur, maliyetlidir, külfetlidir.
Ama demokrasi varsa seçim
çözüm ve çaredir. Bu defa da karanlıkta kalmaktansa, belirsizliğe baş eğmektense seçim daha doğru olmuştur.
***
Peki,
seçimden çekinenler ve seçimin
yanlış olduğunu savunanlar bunu engelleyebilir miydi, yani
CHP, HDP, MHP farklı bir seçenek oluşturup farklı bir pozisyon hazırlayabilir ve Akparti'nin planını değiştirebilir miydi?
Bu soruyu
evet- hayır dışında değerlendirmek gerekir. O değerlendirmenin de
Türk siyasetinin yapısı bakımından hayati olduğu kanısındayım.
Başka bir planın ortaya çıkmayacağı,
MHP'nin tutumuyla belli olmuştu. MHP hiçbir kabinede
yer alamayacağını ilan etmişti.
Bu bir matematik doğurmuştu. Diğer iki partinin de sayısı başka bir hükümet kurmaya yetmiyordu. Demektir ki, geriye bir tek seçenek kalıyordu:
HDP'nin Akparti ile koalisyonu. O da gerçekleşmeyince şimdiki sonuç gelişti. Bu gerçek ortadayken 'acaba' sorusunu bir daha sormak bence
daha anlamlı. Nedeni şu: siyaset icabında
matematiği dönüştürmek sanatıdır. Onu ancak
yeni bir denklem kurarak dönüştürebiliriz.
Demek ki, ortada bir
denklem sorunu var.
Doğal. Çünkü siyaset mevcut partilerin sandığı gibi
denklik ve
eşitlik üstüne oturmaz.
Eşitsizlik üstüne oturur. O eşitsizliği hazırlayan
sosyal ve psikolojik konulardır.
Erdoğan'ın başarısı buradan kaynaklanıyor: herkes eşitlik ve denklem hazırlarken o
eşitsizlik ve denksizlik üstüne oynadı.
İstediğini elde etti.
***
Seçim sonrasında siyaset
yeni bir denklem üretme kapasitesine
kesinlikle sahip olabilirdi. Onu elde etmenin, kurmanın yolu siyasetin
siyaset üretmesiyle kabildi. Fakat hayır, bu yapılmadı. Yapılmıyor. Geçenlerde
MHP hakkında yazdığım bir yazıda belirttiğim gibi Türk sağı
apolitik, popülist pozisyonları tercih ediyor. Üçüncü ve küçük, iktidar öngörüsü olmayan partiler
hiçbir şeyin partisi olmayı yeterli buluyor. Böyle olunca
tek şartlı pozisyonlarla yetiniyor,
tek değişkenli denklemle ilerliyor.
Söz konusu özellik
CHP için de geçerli.
Çok yazdık, söyledik. CHP ancak bir
tepki siyaseti üretiyor.
İktidar partisinin eleştirisini yeterli sayıyor. Bu
taktik ve pozisyonel siyasettir. Nedeni partinin
sosyolojik dinamiklerden yoksunluğudur. Onlara sahip olsa
toplumsal dinamikler zaten başka bir tablo üretirdi.
Gelelim
HDP'ye. Bütün 'gücüne' rağmen aynı şeyi söylemek gerek. HDP bir Kürt
partisi.
Bu onu siyasal yelpazede bir noktaya yerleştiriyor.
Gerisi
tepki oyları. O koşullarda HDP hangi siyaseti üretecek? Nitekim onun bir
Türkiye partisi olup olmadığını sormak tam da budur: genel,
stratejik siyaset üretme kabiliyetine, kapasitesine sahip olacak mı, olmayacak mı?
Bu nedenler gösteriyor: Türkiye'de partiler gerçek manada
politik olup
siyaset yapsaydı çok farklı seçenekler doğardı, seçim olmayabilirdi...
Eleştiri siyaset değildir...