AK Parti'nin 14. Yıldönümü kutlandı. Gelecekte Türkiye'nin bugünlerini yazanlar bu partiyle ilgili çok şey söyleyecektir. Fakat iki önemli nokta dikkatleri hemen çekecektir.
Birincisi, demokratik Cumhuriyet tarihinde yani 1950 sonrasında 14 sene sürekli iktidarda kalmış ikinci bir parti yok. CHP'nin 1923-1950 arasındaki dönemi bir esas teşkil etmez. Çünkü antidemokratik, tek parti çağıdır. Siyaset resmen yasaklıdır.
İkincisi, AK Parti dönemi çok tartışmalı bir dönem oldu. Nedeni basit: Türkiye ilk defa sistem dışı bir partinin sisteme müdahalesini gördü. Bu bir savaştı. Kısmen bitti. Kısmen devam ediyor. Durum aynı zamanda AK Parti'nin devraldığı siyaset ve devlet mirasıyla gerçekleştirmek istedikleri arasındaki derin ilişkiden kaynaklanıyordu. O nedenle bu tarihe ait birkaç şey söylemek istiyorum.
Birincisi 2001-2007 arasındaki kuruluş dönemidir. Bu dönem Türk siyasal tarihi açısından başlı başına bir 'olgudur'. Kökleri 1991'deki RP çıkışına dayanır. Berlin Duvarı sonrasında dünyadaki dönüşümün Türkiye'deki doğrudan neticesidir gerek RP-FP hattı gerekse AK Parti. 1980'leri Türkiye'de de damgalamış neo-liberal, Yeni Sağ siyaset, ulus devlet, modernist devletçi kimlik, tanımlı yurttaşlık sınırlarını bu dönemde Müslümanlar ve Kürtler aracılığıyla aştı. Devlet karşıtı siyasal talepleri ve şiddetle bütünleşen tutumları Kürtlerin kabullenmelerini sınırlı tuttuysa da Müslümanlar, toplumsal bir realiteyi yakaladıkları için çok etkili oldular.
Demokratikleşmenin gerçek/çi adımları bu dönemde atıldı. Bunu sağlayan bir demografi ve siyasal coğrafya onlarla bütünleşmiş yeni sosyolojik talepler at başı gitti. Önce RP'nin sonra AK Parti'nin başarısı bu oluşumları görmesi, anlaması, onlarla bütünleşmesi oldu. Ve ne yazık ki, Türkiye'deki yerleşik siyaset eliti bu gerçeği ancak şimdi (o da hala sınırlı bir şekilde) yeni görüyor. Bu gerçekten üzülmek gerek bir durumdur, çünkü kaçırılmış fırsatları içerir.
Bir şey söyleyeyim: bu dönemde, 2001 sonrasında, bütün o başörtüsü tartışmaları içinde AK Parti daha dindardır, daha Müslümandır, daha İslamcıdır, ne dersek diyelim, ama aynı zamanda daha fazla demokrasi talep etmektedir ve daha teknokratiktir.
Gene kabul etmek gerekir ki, bu dönem 2001'den evrilerek gelen Abdullah Gül'ün damgasını taşır.
2007 oluşuma büyük tepki gösteren kurulu düzenin Ulusalcılık üstünden denediği son büyük çıkıştır. 1991/94-2001 arasını bu tepkinin öncülü olan 28 Şubat kırmak istemiş fakat başaramadığını görünce kendisini güçlendirmek ve kalıcılaştırmak için Cumhuriyet Mitingleri vs ile Gül'ün cumhurbaşkanlığını engellemeye girişmiştir.
Bu kırılma noktasıydı. Gene maalesef CHP çevrelerinin görmediği ve katılmadığı aksine bir parçası olduğu şekilde bu gelişme hem Gül'ün seçilmesiyle hem de AK Parti siyasetinin arkaik siyasetini aşıp kendisini konsolide etmesiyle sonuçlandı. Tüm o Balyoz, Ergenekon davaları özünde doğru ama bütün uygulamalarında bu nedenle yanlıştı. Oysa CHP bu hareketlerin içinde yer almasaydı bugün her şey çok daha farklı bir noktada bulunacaktı.
Parti, 2014'te Erdoğan'ın CB seçilmesiyle üçüncü dönemine taşındı. İkinci dönemde AK Parti yerleşik hale gelmiş bir sosyolojinin, yeterince yeni toplumsal talep üretemeyen bir demografiyle iç içe geçtiğinden zaman zaman gereğinden fazla bürokratik bir tutum içine girdi ve atomizasyon eğilimleri gösterdi. Eski toplumsal dinamikler kısmen zayıfladığından iktidar Erdoğan'la, karizmasının da etkisiyle, daha fazla bütünleşti. En azından öyle algılandı.
Şimdi üçüncü dönem yaşanıyor. Bu dönem şimdilik Davutoğlu dönemi. Önümüzde seçim var. O seçimler bundan sonrasının AK Parti için ne ifade edeceğini gösterecek. Bakalım AK Parti dönüştürücü parti mi olacak, dönüşen parti mi?
Mesele bunları düşünmek ve anlamaktır...