Hiç kimsenin yazılmış bir hatıradan korkmasına gerek yok. İsteyen istediğini yazsın. Tarih o derecede saf bir 'bilim' değil. Kendisine özgü, gayet somut bir metodolojisi vardır ve yazılmış olanı nasıl ayıklayacağını bilir. En somut, ideolojik metinler bile o yöntemin süzgecinden geçer, ama er ama geç. Atatürk'ün Nutuk'u ideolojik bir tarih anlatımıdır. Ama zaman içinde doğrusu, yanlışı ayıklanmış, nesnel olmayan yanları gün ışığına çıkarılmıştır.
***
Ahmet Sever'in kitabının akıbeti de öyle olacaktır.
Öncelikle belirteyim ki, ben Sever'in kitabını
önemsedim. Neden önemsemeyeyim? Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı yapmış, o derecede önemli bir politikacının o kadar yakınında bulunmuş birisi, gördüklerini öyle yorumlamış, öyle kaleme almış. Bunda kızacak bir şey yok. Ayrıca ben o tür danışmanların geçirdikleri zamanı kaleme almalarını değil,
almamalarını hayretle karşılıyorum. Kaldı ki, Sever'in kitabında dünya kadar son derecede önemli konu anlatılıyor.
Belli hassasiyetler elbette gösterilir, gösteriliyor da. Ama dediğim gibi,
tarih yazıcılığı onları seçmesini, elemesini bilir. Kişisel olarak söyleyeyim, ben yazsam öyle yazmazdım demenin de bir anlamı yok. Farklı formasyonlardan gelen, farklı özelliklere ve niteliklere sahip insanların aynı olayı bile yazışları elbette farklı olacaktır.
Değil anıları yazmak, çok daha mahrem günlükler bile yayınlanıyor. Yayınlanmalı da. 17. yüzyıl İngiliz sarayının büyük günlükçüsü
Samuel Pepys ('Piiips' diye okunuyormuş, şaştım kaldım, bildiğim bütün kurallara aykırı ama sorduğum İngiliz dostlarım da bu adın niye öyle okunduğunu bilmiyor) binlerce sayfa yayınladı. O çok eski derseniz,
Tony Blair'in basın danışmanı
Alastair Campbell gene cilt cilt çıkardı günlüklerini.
***
Sever'in yaklaşımını daha
öznel bulmak elbette mümkün. Ama neticede kendi görüşünü yazıyor. Burada şaşırtıcı olanı
Cumhurbaşkanı Gül'ün bu yayınlanan metinle irtibatlandırılması. O da, Sever, '
Gül okudu' dedi diye ortaya çıktı. Fakat
Fehmi Koru üstadımız
Cumhuriyet'e verdiği mülakatta gayet serinkanlı bir biçimde irdeledi durumu.O mertebede birisinin Sever'in hatıralarından, yorumlarından beklentisi mi olacak? Bunu düşünmek bile hem gereksiz hem de anlamsız. Nitekim
Koru gayet önemli noktaları vurgulayarak
Gül- Erdoğan ilişkisini daha geniş bir çerçeveye oturtuyor,
Gül'ün parti içindeki (ve dışındaki) pozisyonunu temellendiriyor. Aynı şekilde Erdoğan düzeyindeki bir siyasetçinin, bir tek metinle
Akparti gibi bir partinin geleceğine dönük pozisyon alacağını düşünmek ancak hayret edilecek bir tutumdur.
Ben de o civarda bulunmuş birisi olarak kendi uhdemdekini yazayım. Çok zaman önce, Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra, bizzat
Sayın Cumhurbaşkanı bana Sever'in hatıralarını yazdığını belirttiler. Bu işin nesnel yanı. Öznel yanını da vurgulayayım, yazılmasından memnuniyet
duymadıklarını ise gerek lafzen gerekse davranışıyla ifade ettiler. Bana erken bulduklarını belirttiler ki, kitabın yayını seçim sonrasına ertelendi.
***
Biz hatıra yazmayan, yazılanları güncel olayların ve gündelik politikanın ışığında ele alan bir kültüre sahibiz. Oysa
St.Augustine'den beri hatıra yazmak,
'itiraf' etmek,
İsevi dinin bir gereği olarak da, büyük gelenektir Batıda.
Rousseau'nun
İtiraflar'ını kim unutabilir? Ama unutmayalım ki, o büyük gelenek işte bu hatıraların yazılmasıyla ortaya çıktı. Hem hatıra yazalım hem hiçbir şey söylemeyelim demekse denize girip ıslanmayalım demekle aynıdır. Hiç yazılmasın demekse tarihe haksızlıktır.
Ben de bir gün yayınlayacağım gördüklerimi, bildiklerimi...