Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Sevdalısını yitirdi Türkiye...

Demirel kadar uzun süre siyasette ve daima en üst mertebede kalmış, tarihe mal olmuş kişiliklerin ardından yazmak hem kolay hem de zordur. Hele benim gibi, ait olduğu kuşak hayatını onunla yaşamış ise bu kişilik hakkında yazmak daha da zordur. Kaldı ki, ben kendisiyle çalışmak olanağını da buldum. Bunları bugüne kadar biraz yazdım. Bu hafta Sabah'ın Pazar Eki'nde de yazacağım.
Ne yazık ki, çok istememe ve uğraşmama rağmen onunla son bir defa görüşemedim. Oysa 1960-1983 arasını ele alan bir kitap üstünde çalışıyordum. Bu yıllar onun siyasetin merkezinde bulunduğu yıllardı. Görüşlerine başvurmak istiyordum. Olmadı. Bunun için ayrıca üzgünüm.
Demin, hayatımızı onunla yaşadık dedim. Doğru. 1964'te siyasete girmişti. Hayatında çalışmaktan başka bir şey bilmediği ve Türkiye'den başka hiçbir şey ilgisini çekmediği için bu emeğinin, azminin ve hırsının karşılığını, çok yüksek zekâsının da verdiği imkânla, daima zirvede kalarak elde etti.
Siyasete çok farklı bir hazırlıkla girmişti. Bir yakın aile dostumuz askerliğini onunla birlikte yapmıştı. Kimselerle konuşmadığını, hep 'kalın kalın, İngilizce' kitaplar okuduğunu, sessizce kendi kendisine düşündüğünü söylemişti. Muhakkak ki, teknik kitaplar okuyordu. Bunun bir kanıtı var. Daha önce bir kitabımda da bahsetmiştim.
1972'de Milliyet Sanat Dergisi liderlere ne okuduklarını soruyor. Demirel, Bairoch'un Üçüncü Dünya Çıkmazı, Servan Schriber'ın Reforma Çağrı, Ian Hamilton'un Gelibolu Çıkmazı, MIT'nin Gelişmenin Sınırlandırılması, Unesco'nun Bugünkü ve Yarınki Eğitim Dünyası isimli kitap ve raporları sıralıyor.
Ecevit
ise Attila İlhan'ın, Gülten Akın'ın şiir kitaplarını, Rembrandt Çağında Amsterdam isimli bir kitabı okuyor, heykelci Brancusi'ye ait bir albümü inceliyor. Çok şey açıklıyor bu karşılaştırma. Romantik bir edebiyatçı olan Ecevit'in karşısında hayatı teknik bir problem olarak kavrayan Demirel vardı.
Siyaseti de öyle görüyordu. Siyaset hayatına 'imar-inşa için' girdiğini belirtiyordu. Çok yakınında bulunmuş Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı aziz dostum Feridun Sinirlioğlu, şaka yollu onun Leninist olduğunu söyler. Rusya'ya yaptıkları bir ziyarette Lenin'in 'elektrifikasyon' tutkusuna ilgisini hayranlıkla anlattığını dile getirir.
Bundan daha doğal ne olabilir? Türkiye'nin en yoksul, en çaresiz yıllarında doğmuştu. O çaresizliği yaşamıştı. Üstüne üstlük, okulda başka bir hayat yaşıyordu, evinde başka. Bana, annesinin her sabah Kuran okuduğunu, hep birlikte namaz kıldıklarını söylemişti. Okulda ise laik eğitim alıyordu. Muhterem eşleri başlarını hiçbir zaman örtmediler. Bu gerçek, Demirel'i boydan boya açıklar.
Demirel Türkiye'deki sağ siyaseti etkiledi ve değiştirdi. Bir Soğuk Savaş dönemi politikacısıydı. Demirel sağ siyaseti bu yönde çok kullandı. Sağa hâkim olan milliyetçiliği haddinden fazla abarttı. Cephe hükümetlerini bu maksatla kurdu. Fakat hayatının en olumsuz, en verimsiz dönemini o yıllarda yaşadı. Türkiye'de 5 bin kişi öldü. Üstelik Demirel, askerin o oyunu nasıl oynadığını görmedi, fark etmedi.
Oysa özünde demokrat, hoşgörülü, barışçıl bir insandı. Bunun en önemli kanıtı Demirel'in siyasal hayatı boyunca koalisyonlarla barışık yaşamasıydı. İlk büyük başarısını 1964'te İnönü'yü bir koalisyon kurarak devirmek suretiyle elde etti. 1970'leri koalisyonlarla geçirdi. 1991'de de gene SHP ile uyumlu bir koalisyon kurdu.
Ölümüyle birlikte bence belli bir siyaset anlayışı, belli bir tarih ve belli bir zihniyet sona erdi. Bence onu en iyi tanımlayan kavram 'Türkiye sevdalısı'dır. Türkiye sevdalısını yitirdi.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA