Demirel konusunu Türk sağ politikasından ayrı düşünmek olanaksız. Onun temsil ettiği sağın zamanla gösterdiği değişimler ise bana daha da ilginç geliyor. O oluşumu anlamadan zaten Türkiye'nin yakın dönemini anlamak olanaksızdır kanısındayım.
***
Demirel başlangıçta kendisini
milliyetçi-mukaddesatçı diye tanımlıyordu.
1960 ve
70'lerde
Nurcular onu destekliyordu. Fakat
1969'da
Erbakan, onun engellemelerine rağmen siyasete girmiş ve
İslamcı/Müslüman bir siyasetin temsilcisi olmuştu. O dönemden itibaren Demirel kendisini
milliyetçi-muhafazakâr diye tanımladı. Demirel bu yaklaşımı bütün dalgalanmalarıyla
28 Şubat'a kadar getirdi. Erbakan ise kendi doğrultusunda ilerledi. Başbakanlığa kadar çıkmakla kalmadı. Evet, '
Milli Görüş gömleğini çıkardık' denmesine rağmen o doğrultuda işleyen bir siyaset 2002'den beri iktidar olmayı başardı.
Demirel'in bu hareketi neydi? Hayati olan soru budur. Bence, Demirel,
Batı tarzı bir sağ politika benimsiyordu. Bu onun zihninde
ılımlı sağdı. Muhafazakârdı; yani, dinle olan ilişkisini asla koparmayı düşünmüyordu. Koparmak ne kelime? Bir görüşmemizde bana '
siyasete devleti köylüyle barıştırmak için girdim' demişti. Buradaki barışmak, Cumhuriyet yönetimlerinin şiddetle reddettiği
din/ Müslümanlık gerçeğine devletin yabancılaşmasını, uzak durmasını, gözünü kapatmasını engellemekti. Ve gene bana,
İnönü'ye nasıl halk içinde ilk kez kendisinin
Cemal Gürsel'in cenazesinde namaz kıldırdığını anlatmıştı.
İkincisi, Demirel, yetiştiği, bir 'eseri' olduğu
Cumhuriyetin ideolojisini, bütün eleştirilerine rağmen içselleştirmişti. Bu onun
bürokrasiyle, askerle olan ılımlı, kontrollü ilişkisi demekti.
12 Mart'ta kendisini deviren askerlerden kendine göre 'rövanş' aldı,
Faruk Gürler'i CB seçtirmedi. Bu bir gerçek ama
askerin, derin bürokrasinin isteklerine de karşı çıkmadı hiçbir zaman. Bunun nedeni
laiklikle olan ilişkisiydi.
Laiklik çok ilginç bir konudur, bu çerçeve söz konusu olunca.
1989'da yaptığım bir görüşmede bana '
laiklik din dışında olanların ehl-i din üstünde baskı kurması değildir, herkesin bildiği gibi yaşamasıdır' demişti ama teybi kapattırarak. Bu çok önemli ve doğru görüş kafasındaki modeli açıklıyordu. Keşke bu yönde hareket etseydi. Fakat o
merkezde olmaktan, çok önemsediği 'devletten' yanaydı ve devlet,
ordu ve bürokrasi demekti. 28 Şubat bu bloğun yeniden hâkimiyet kurma girişimidir.
***
Bunun nedeni dediğim gibi, devletin ideolojisini derinden derine benimsemesiydi. O ideolojinin
Batılı veya Batıcı boyutunu kabullenmişti. Bunu ben hep o meşhur '
fötr' şapkasıyla açıkladım. Daha önce yazmıştım. Geçenlerde
Engin Ardıç da dikkat çekici bir şekilde değindi. Düşünün, sembolü
kasket olan
köyden çıkmış Demirel, hayatı boyunca
şehrin sembolü olmuş
fötrle bütünleşti. Buna mukabil sonradan bir yanıyla
saraya, hanedana ait olduğunu öğrendiğimiz şehirli,
Robert Kolej mezunu
Bülent Ecevit hayatını kasketle geçirdi. Değerli akademisyen
Prof. Arus Yumul da yakaladığım bu çelişkiyi önemli bir makalesinde işlemiştir.
Bu nasıl bir çelişkiydi denirse, altında yatan neden şudur: Demirel bütün siyasal ömrünü devletle vatandaş arasında,
büyük metropol sermayesiyle
küçük taşra sermayesi arasındaki salınımda geçirdi. Dolayısıyla bu alanların ürettiği
kültürel değerleri de siyasetinde birbiriyle yarıştırdı. Siyasal koşulların oluşturduğu
denge politikası içinde bazen birinden yana bazen diğerinden yana çıkmıştır.
Sonuç olarak dile getirdiğim bu durum çok önemli bir gerçeğin nedenini ortaya koyuyor sanırım. Zaman zaman şu veya bu şekilde karşı çıksalar da,
DP ve AP gelenekleri son tahlilde birbirine benzer bir davranışla
Cumhuriyetçi ideolojiyi, onu hazırlayan
devletçi geleneği benimsemişlerdir. O kadar ki, hep vurguladığım gibi, bu siyasetlerin yönetici kadroları, seçkinleri nihayet CHP ile bütünleştiler!
Asıl bunları konuşalım...