Geçenlerde bir vesileyle 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül'ü ziyarete gitmiştim. Söz Akdeniz'de yaşanan insanlık felaketine geldi.
Henüz İtalya açıklarında 1000'e yakın insan ölmemişti. Gül, daha bu olay cereyan etmemişken her gün şu kadar yüz insanın bir ülkeye sığınmak istedikleri, kendilerine bir gelecek aradıkları için sularda yitip gitmesine yürekten isyan ediyordu. Bunu insanlığın tarihinde görülmedik ölçüde zenginleştiği bir dönemde akıl fikir almaz bir cinayet olarak görüp insanlık suçu sayıyordu.
Derken 1000 kişi Akdeniz'de boğuldu. Her gün ölen ve dikkate bile alınmayan 10'larca insana, birdenbire 1000 ölü eklenince 'utansın' nidaları altında, AB acaba ne yapabilirim diye düşünmeye başladı. Ancak başladı! Henüz başladı!
***
CNN International'da,
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütünün kurucusu,
eski Fransa Dışişleri Bakanı
Bernard Kouchner'i dinledim.
Amanpour'un bu konudaki sorularını cevaplıyordu. Aynı şeyleri tekrarladı, şunca insanın '
bizim Akdeniz'de,
tatile gittiğimiz Akdeniz'de ölmesine nasıl göz yumulur falan dedi. Böylece de hiçbir şey söylemedi. İyi ki öldüler diyecek hali yoktu ya...
'
Bizim Akdeniz' deyince insan hiç değilse '
Mare Nostrum' diyeceğini, büyük
Akdeniz uygarlık havzasını (
Yahya Kemal'lerin dilinde '
bahri sefid havza-i medeniyesi') dile getireceğini sandım, bekledim, belki
Braudel der diye hayal ettim, hayır, sadece "
tatillerin Akdeniz'
i"nden söz açtı. O kadar, o bağlamda önemliydi Akdeniz onun için, vah vah vah...
Gerçi,
28 Avrupa ülkesi birleşsin bir kurtarma filosu kursun dedi, gerçi AB bu
göçmenleri eritmek için farklı bir
vize uygulamasına gidebilir, üstünde çalışsın dedi, gerçi AB'nin hâlâ bir planı yoksa, utanılacak şeydir dedi ama bizatihi "
tatillerin Akdeniz'i" bile,
Kouchner düzeyinde birisinin dahi bu konuda nasıl düşündüğünü ortaya koyuyor. İçler acısı...
Fransa o arada
savunma bütçesini artırıyor.
Aynı Fransa için Kouchner, '
el harabat ül Basra',
Libya'da hata yapmadık ama işi çok kötü yönettik diyor. Bütün bunlar yan yana gelince, alt alta konunca ortaya vahimden de vahim bir tablo çıkıyor: insanlık gerçekten de iflas etmiş bir durumda.
***
Nedenini kabaca söyleyeyim: dünya, eğer tarihinin en zengin döneminden geçiyorsa, bu,
mal hırsının, mülkiyet tutkusunun her zamankinden yüksek olması demektir. Böyle bir düzende
vicdan, ahlak, diğergamlık unutulmuş, yok olmuş, ortadan kalkmış demektir. İnsan
atomistik bir
yalnızlık içinde sadece kendi çıkarlarına yoğunlaşmış ve sadece kendisiyle meşgul demektir.
Niye, bu durum, modernliğin,
zafer ve hezimetidir demeyelim?
Kapitalizmle eşanlamlı
modernleşme bir yandan bahsettiğimiz
serveti yaratıyor diğer taraftan gene dile getirdiğimiz '
acımasızlık' kültürünü üretiyor.
Laik, rasyonel, bireyci modernleşme kültürü dizleri üstüne düşmüş değil mi, bu şartlar altında?
İçinde yaşadığımız dünyanın dur durak bilmeden
dinlere doğru açılması,
laiklik bir yana,
ateistliği uç noktalara taşıyan bir modern dünyada
dinlerin yükselmesi gene şu altını çizdiğimiz şartların bir sonucu. Sadece
Tanrısal bir şefkat, sadece dinlerin getirdiği
cemaatçi bir dayanışma insanlığın merhamet şartlarını (ki, onları dahi dinler öğretmiştir) hatırlıyor.
Keşke ölüm sayıyla ölçülmeseydi...