Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Yoksa suçlu Platon mu?...

Dolu dizgin ilerliyoruz seçimlere, dağ taş siyasete kesmiş durumda. Her seçim öncesi gibi kendisine özgü bir gerilimi de var bu günlerin, bu ortamın. Hatta bazıları bugünkü gerilimin, kutuplaşmaya dönüştüğünü ve mevcut kutuplaşmanın 1970'leri anımsatır bir mertebeye eriştiğini iddia ediyor.
Bir kere bunu söyleyenler otursun oturduğu yerde. Türkiye, aradan geçen 40 yılda büyük bir siyasal kültür ve 'terbiye' geliştirdi. Sokakta her gün 10 kişinin öldüğü, akşam 20'den sonra sokakların boşaldığı, okulların aylarca kapalı kaldığı, ailelerin bölündüğü 1970'lerle bugünler mukayese edilmez.
Buna rağmen, geliştiğini söylediğim siyaset kültürüne rağmen, doğrudur, gene de bir gerilim var. Bir yere kadar doğaldır; çünkü siyasetin kendisine özgü dokusudur bu gerilimi yaratan. Neticede, Antik Yunan'dan beri, siyaset meydanda (agora) yapılan ve güreşmeye (agonizma) benzetilen bir süreçtir. Tarafları vardır, iddiaları vardır, güçleri vardır. Belli bir gerilimi de olacaktır.

***

Gene de gözlemlediğim bazı özellikleri var, bizdeki gerilimin.
Bir kere Türkiye müthiş bir sosyolojik hareketliliğe sahip. Göçler, sınıf atlamalar, sermaye biriktirmeler bu hareketliliğin sadece nedeni değil. Aynı zamanda siyaseti tayin eden bir özellik. Çünkü siyaset bu sınıfların, katmanların, kitlelerin ayakta kalmak ve mevcudiyetlerini devam ettirmek için kullandıkları bir araçtır.
Gerçi, siyasetin bir tanımı da budur ve bu doğaldır. Ama Türkiye'de hadise siyasetin bir araç olmaktan çıkmasına izin vermeyecek kadar sert bir zeminde cereyan ediyor. Bir aşama sonrasında da siyaset devletin elindeki rantları iktidarın kendi çevresine dağıtmasına dönüşüyor. Tekrar edeyim; bu siyasetin bir tanımıdır ve siyasetin özünde olan bir durumdur. Siyaset bir çıkar ilişkileri alanıdır. Ama bunun sınırları vardır.
***

İşte Türkiye'de siyasetin bir gerilime dönüşmesine yol açan unsurlardan biri o sınırların ihlalidir. Sınıfsal olsa dahi çağdaş demokratik yapılarda ve hukuk devletinde siyasetin bu sınıfsal 'kullanımı' hukukla, saydamlıkla, hesap vermekle sınırlıdır. Kayırmacılık, çıkarcılık söz konusu edilemez.
Toplumun, özellikle de bürokrasinin ussallaştırılması sağlar bunu. Akılcı bürokrasi, bürokrasinin modernleştirilmesi, siyasetin de akılcılığını getirir. Akıl ortak paydası kaba çıkarcılığı, ilkel tartışmayı engeller. Onunla kalmaz, siyasetin somut öneriler etrafında kurulmasını zorunlu kılar.
Siyaset belagatten çıkar 'gerçek' bir yapıp etme imkânına dönüşür. Bu şartlar altında siyasal gerilimin makul sınırlar içinde kalmayacağını düşünmek mümkün mü? Eğer bu ön şartlardan uzaklaşılırsa ve aklın öncelikli hâkimiyeti dışında kalırsa siyaset basit bir kavga zemini olarak biçimlenir. Hatta siyasal alanın kendisi siyasete düşman kesilir. Neticede diyaloğun olmadığı yerde siyaset olmaz.
Yani, Platon haklıdır, siyaset sadece felsefecilere has bir alan olsun demiyoruz, deli değiliz, ama herkes biraz felsefe bilse kötü mü olur?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA