Yoksulluk en büyük zulümdür. Bütün dinlerin, ideolojilerin ve siyasetlerin altında yoksulluğun yok edilmesi yatar. Yoksulluk denen bu belayı kolektif şekilde ortadan kaldırmak isteyen toplumcu yaklaşımlar en cazip ideolojilere, dinlere, siyasetlere dönüşür. İslam'ın gitgide daha fazla ilgi görmesinin altında bin bir neden vardır. Ama onların başında 'komşusu açken tok yatan bizden değildir' sözü gelir.
Maden kazaları oluyor. İnşaat kazaları oluyor. Tersane kazaları oluyor. Bunu yaratan iki neden var. Birincisi ilgisizlik. Bir o kadar da bilgisizlik. Onun altında da bir başka neden yatıyor. Türkiye, yüz yıldır, elifi elifine yüz yıldır, sermaye biriktirmeye çalışıyor. Buna 'ilkel sermaye birikimi' deniyor. O sermaye olmadan zenginleşemiyor toplumlar. Bugün 'vahşi kapitalizm' denen yaklaşımın ağababası o sermayeyi elde etmek için her şeyi göze alan (ve her şeye göz yuman) yaklaşımdı.
İkincisi yoksulluğun yarattığı çaresizlik. Bakın maden kasabalarına. Bakın madene inen işçilere. Eğitimsiz, yoksul, çaresiz insanlar. Başlarına neyin geleceğini bile bile o madenlere, o mezar çukurlarına girdiler. Ölümden dönen yarın gene gidecek, o madende çalışacak.
Bu iki ürkütücü kaide yan yana gelince olanlar olur.
Ama son dönemde yaşanan kazalara bakınca ben çok önemli bazı gelişmelerin ortaya çıktığını görüyorum.
Birincisi, bundan böyle, 'ilkel sermaye birikimi' adı altında kimse daha fazla bugünkü muhakemeyle ticaret yapamaz. Bu kesindir. Daha bir süre eski dönemin bazı yeni yıkıntıları canımızı yakar. Ama bir devir kapanıyor. Üstelik unutmayalım, Türkiye'de devlet, işçisini o kadar da ezdirmiş değildir. İlk iş kanununun tarihi neredeyse Cumhuriyet'le yaşıttır. Son dönem Osmanlı'da, yani Kara Kemal ilk şirketleri kurdurduğunda gayet etkili bir işçi hareketi vardı. O dönemde bile koruyucu bazı yasalar çıkmıştı. 1960 sonrasında ise çalışma hayatı başlı başına bir tarihtir. Bundan böyle onlardan hiç geriye düşülmeyecek. Bu kesindir. Hiçbir iktidar bundan böyle bugüne kadar olanlara benzer bir tabloyu taşıyamaz.
İkincisi, korkunç derecede ürkütücü olaylar yaşadık. Soma kazası unutulmaz. Bugün hâlâ boğuştuğumuz diğer kaza da öyle. Tersaneler kan kusuyor. Ama öte yanda son derecede güçlü, yeni ve atak bir sivil toplum ve bilinç var. Belki yeteri kadar algılanmıyor. En ileri derecede önemli bir hareket bu. O kadar ki, hükümet bile artık daha fazla dayanamayarak işverenin üstüne gitmeye, onu suçlamaya başladı.
Yetersiz elbette bu girişimler. Bakın bakalım madenlerimizde teknoloji kullanımı nedir? Bu soruyu kimse iyidir diye cevaplayamaz. Türkiye artık karar vermek zorunda. O karar, küçük ve orta ölçekli işletmelerin ne seviyede teknoloji kullanacağıyla ilgilidir. Bu zor bir problemdir. Çünkü sermaye meselesidir. Ve Türkiye'nin hâlâ sermayesi yoktur. Gene de bu kararı verip, kredilendirme sistemini ve diğer mekanizmalarını bu esasa göre hazırlamak zorundadır.
Bütün bunların bir bileşkesi daha var. Hem bütün bu işlerin sahibi olacak bir sol hareket gerekir. (Parti şart değil.) Yakınmakla, sızlanmakla, şikâyetle sol hareket olmaz. Sol hareket somut talep, eylem ve önerme üstünden yürür. Bütün bu saydığımız işlerin doğal sahibi de odur.
Aksi takdirde çok ters, tersin tersi bir iş olur, ölüm, yoksulluğun çaresine dönüşür...