İnsanlığın bir temel çelişkisi var. Baştan beri. Teknoloji, ideolojiyi değiştiriyor. İdeolojiyi en dar manasında, katı bir düşünce sistematiği olarak anlamayınız. İdeoloji sonunda insanın dünyaya dönük tasavvurudur. Evet, Marx ideolojiyi o tasavvurun kısıtlı bir hali olarak değerlendirir, doğrudur, ama bu, nihai gerçeği değiştirmez. İdeoloji belli bir zamanda dünyayı nasıl algıladığımızla ilgilidir. Onun geleceğine ait tahayyüllerimiz de bu algının içinden çıkacaktır. Teknoloji, değişir, gelir, o algıyı da alt üst eder. Ağır, büyük, yaygın bir teknoloji değişikliğinden sonra eğer dünya hâlâ aynı dünyadır demiyorsak, işte o ideolojimizdeki değişikliğin işaretidir.
Son yirmi yılı, son on yılı aklınızdan geçiriniz. Bu süre zarfında "eski dünya"ya dair taş üstünde kalan bir tek taştan söz edilebilir mi? Her şey bir yana elektronik devrim öncelikle ve en geniş ölçüde zaman ve mekân algımızı değiştirdi. Çünkü zamanı ve mekânı birbirinden kopardı. Haydi o kopukluğu da bir yana bırakalım. Mekânın bildi- ğimiz bütün manaları paramparça oldu. İnsan bugün artık her yerde ve hiçbir yerde değil.
Böyle bir dünyanın sınırsız bir özgürlük çağrısı çıkardığını düşünmemek mümkün mü? Mekândan kopan insan belki, eski bir tabirle "yersizyurtsuzlaşıyor" ama bu ona aynı zamanda büyük bir özgürlük sağlamıyor nasıl denebilir? Bu kadar özgürleşmiş bir dünya artık sıkı düzenlerle idare edilebilir mi? Yoksa demokrasi artık ekmek ve su gibi midir? Devrim düşüncesi de öyle. Yeni bir "devrim" aranacaksa evvela bu "devrimin" idrak edilmesi gerekiyor. Devrim başladı ve geniş ölçüde yaşandı. Şimdi nereye kadar gideceğiyle ilgiliyiz. Bu devrim yaratıcı zihnin devrimidir. Dünyanın bilinen bütün köklerinden koparılıp yeni bir anlayışla bütünleştirilmesidir.
Böyle bir dünya klasik ideolojik tutumların tamamını yerinden oynattı. Bugün sol düşüncenin, bazı temel kabullerini birer ilke olarak elbette kabul ediyoruz. Fakat 19. Yüzyıl kökenlerini ve önermelerini hâlâ geçerli saymak çocukları bile güldürür eğer kargaları değilse de. Klasik sağ da bu değişimden pay alıyor. Klasik sağın muhafazakârlığı eğer milliyet/çilik gibi bir kavram etrafında biçimlenmişse artık o da geçerli değil. Küreselleşme, ulus devleti de, dar ve dışlayıcı milliyetçilikleri de, etnisite anlayışını da kırdı attı.
Başka bir gerçek daha var. Bahsettiğim teknoloji devrimini kapitalizm sağladı. Fakat kapitalizm bütün boyutlarıyla benimsenecek bir yapı değil. Dünya kadar sıkıntısı ve kısıtlaması var. En başta yarattığı ekonomik eşitsizlik, yoksulluk geliyor. Bu tepkiyi ilk defa basit, çıplak, "underclass" insanlar dile getirmedi. O kapitalizmin nimetlerinden yararlananlar, teknoloji devrimini sonuna kadar kullananlar gördü. Occupy Wall Street eylemi buydu.
O eylem son derecede yaratıcı bir biçimde, "yeni politika" yollarının bulunabileceğini dünyaya duyurdu. Kırıp dökmeden, yakıp yıkmadan da bir devrim yapılabileceğini kanıtladı. Orta sınıfın da devrimci potansiyeli olduğunu gösterdi. O devrim zekâyla, gülmeceyle, ironiyle gerçekleştirilebilirdi. Öyle de oldu. Bakmayın ortalığı ateşe verenlere ve vandallara. Gezi Parkı olayları bu bakımdan Occupy eyleminden daha ileridir. Daha önemlisi Arap Baharı bu yeni teknoloji- yeni politika ilişkisinin bir sonucu olarak doğdu. Devam etmedi sözlerine de o kadar inanmayın. Devrim bir tohumun toprağa düşmesidir. Türkiye'de siyaset bu yaratıcılığı bekliyor. Kürt siyaseti daha çok muhtaç bu yaratıcılığa. Kırıp dökmek çözüm değildir. Üstelik bir sıkışmışlığın, bir daralmanın sonucudur.
Hangi daralma olduğunu cumayı bekleyenler öğrenebilecek...