2007 seçimlerinden hemen sonra eski CHP bakanlarından birini gördüm. Yazdığım bir yazıya takılmış. Türkiye'deki geleceğin Ak Parti tarafından tayin edileceğini söylemişim yazımda. Bakanımız buna inanmamış, öyle olmadığını, bu partinin bir seçim daha çıkaramayacağını anlatmaya çalıştı. Bakalım dedim, ayrıldık. O seçimin üstünden bir genel seçim, bir referandum, bir yerel seçim geçti. Ak Parti, bütün bu seçimlerden başarıyla çıktı. O "gelecek" hâlâ devam ediyor. Bu sürekliliği sağlayan büyük nedenler de var küçük nedenler de.
Büyük neden sosyolojik meselelerdir. Ak Parti'ye oy kazandıran ana nedenleri bu kesimde toplamak mümkün. Bu hacim neredeyse sayısız unsurdan mürekkep bir küme meydana getiriyor. Ama ayıklayıp bakınca ortaya önemli iki unsur çıkıyor: başta göçle gelen yeni hayat arayışı yani modernleşme ihtiyacı ve sekülerleşme. Her ne kadar bu iki faktör iç içeyse de ben sondan başlayayım.
Sekülerleşmenin olmadığı bir modernleşme düşünmek imkânsızdır. Modernleşmenin kendisi sekülerleşme getirir. Buradaki sekülerleşme ne dinle olan bireysel ilişkidir, ne Tanrı inançsızlığıdır. Sekülerleşme hayatın daha önce "medeniyet" denilen araçlar, kurumlar ve kavramlarca kuşatılmasıdır. Dinin en önemli tayin edici olduğu bir ortamda dahi hayatın maddi bir temel üstünde düşünülmesi, kurgulanması ve açıklanmasıdır.
Türkiye'de bu yatak çok işlek. Halk 1950'den beri köylülükten kasabaya şimdi büyük kente göç ediyor. Göç eden, yerinden yurdundan olan bu insanlar gitgide dine daha fazla sarılıyor. Ana tartışma 20 yıldır Müslümanlık ve onun kavramları etrafında gelişiyor, türban, başörtüsü, dinin kamusal alandaki görünümü gibi. Ama aynı zamanda bu insanlar hayatı maddi bir temel üstünde kavrıyor. Hayatın daha iyi bir yaşantı ve gelecek tasavvuru olduğunu düşünüyor. Daha iyi yaşam, daha güvenilir bir gelecek arıyor herkes. Düşünün ki, her 100 kişiden 3 kişi bu ülkede göç ediyor. Bir yılda 2.5 milyon insan göçmüş. Son 10 yılda İstanbul'a 6 milyon insan gelmiş. Toplam olarak son dönemde 26.5 milyon insan göçer statüsünde.
Bu insanların hayatı sadece soyut, dinsel ya da manevi kavramlar üstünden açıklaması beklenebilir mi? Dinin bir kültürel hatta bir toplumsal eleman olarak hayatın ortasında bulunması ayrı bir şeydir, beklenti ve hayatın somutlaştırılması ayrı.
Ak Parti bu ikisini de gerçekleştirdi. Son dönemde yapılanların eksiği de var, yanlışı da var ama neticede bu parti toplumsal dönüşümü gerek altyapı temelinde gerekse demokratikleşmenin büyük taşıyıcıları düzeyinde gerçekleştirdi. Sosyal güvenlikten askeri vesayete kadar uzanan bu çizgi ekonomik planda maddeci bir yaklaşım, kültürel/ zihinsel düzlemde sekülerleşme içerir. Ama bunu yaparken Ak Parti'nin Müslümanlık üstünden siyaset yaptığını unutmamak gerek. Ben onu da sekülerleşmenin bir parçası olarak görüyorum. Bu siyaset popülist değil mi denirse elbette öyle. Dağıtım politikaları temelinde de, söylem düzeyinde de, milliyetçiliğin sembolleriyle kurduğu ilişkide de, karizmatik lider bağlamında da öyle. Ama bir "sağ" parti için bundan doğal ne olabilir?
Ortada ideolojisi Müslümanlık, yöntemi popülizm, zihniyeti maddeci, ekonomik önceliği dağıtımcı olan sekülarist modernleştirici bir siyaset var. Buna bir de 12 yıldır süren ekonomik istikrarı, onun bozulmasından duyulan endişeyi eklemek gerek. Ak Parti'nin siyaset gemisi bu omurga üstünde ilerliyor.
Daha da ilerleyecek. Ama güçlükleri var. Onu demokrasi konusundaki yetersizliğimiz oluşturuyor. Ne yapıp yapıp aşılması gereken darboğaz o.