Türkiye, göz açıp kapayana kadar, trajik bir noktaya sürüklendi. Ama haklı ama haksız yolsuzluk iddialarıyla sarsılan bir ülkede yaşıyoruz şimdi. Perşembe-çarşamba ilişkisi gibi bu işlerin bu noktaya geleceği önce Gezi Olayları sırasında belli oldu. O kriz iyi yönetilseydi olaylar farklı bir çehre kazanabilirdi.
İkincisi, 17 Aralık operasyonu. Onun da bu türden sonuçlara yol açacağı belliydi. En azından olumsuz yönde "gelişmeye" veya "derinleşmeye" dönük bir yanının bulunduğu görülürken kavga büyütülüp sertleştirildi.
Yapılan özünde doğruydu.
Bunca işe kalkışmış bir "yapı" ortadan kaldırılmak istendi. Ne var ki, belki o paralel yapının sahip olduğu gücün bu büyüklükte olduğu kestirilemedi ve iş bu noktaya vardı.
***
Ana soru şimdi ne olacağı? Kabul etmek gerekir ki, Türkiye hızla
siyaset dışı bir alana doğru sürükleniyor.
Siyasetin meşruiyet kaybı yaşadığı bir döneme gelip dayandık.
Önce bakanlar hakkında, istifalarına yol açan yolsuzluk iddiaları, şimdi Başbakan hakkında üretilen iddialar
siyasetin zemin kaybetmesine yol açıyor. Kısa bir süre önce yaşadığımız
devlet krizi bir ölçüde kontrol altına alınsa dahi mevcut
meşruiyet krizinin artacağından kuşku duymamak gerek.
Bu durumun ne türden sonuçlar üreteceği birkaç gündür görülüyor. İnsanlar farklı yerlerde bir araya gelip gösteriler yapmaya başladılar. Ortada bir "
operasyon" varsa, Başbakanın iddia ettiği gibi, bu
gösterilerin daha da artacağını varsaymak gerekir. O durumda içine girilecek yeni bir "
Gezi süreci"
Türkiye'nin sorunlarını ağırlaştıracağı gibi, meşruiyet sorununu da en üst düzeye çıkaracaktır.
Farklı bir açıdan bakılırsa böylesi bir istenmeyen sonuca yol açabilecek çok ciddi bir eksikle daha iç içeyiz:
muhalefet eksikliği! Şaşırtıcı gibi görülebilir ama Türkiye'nin gerçekten de bir
muhalefet sorunu var, yıllardır yazdığımız gibi. Bugün
Cumhurbaşkanına sürekli olarak
siyasete müdahale etmesi için çıkarılan davet bu eksiğin en kuvvetli göstergesidir.
Olmayan veya eksik ya da yetersiz muhalefet Cumhurbaşkanını "göreve çağırarak" bu boşluğunu doldurmaya çalışıyor. Böyle bir durumda, yani güçlü, etkin, canlı, verimli, üretken bir
muhalefetin eksikliği Türkiye'de siyasetin yaşadığı ve ağırlaşacağından endişe ettiğimiz meşruiyet sorununun bir başka ciddi nedenidir.
***
Böyle bir durumda ne yapılabilir? Önce şunu belirtmek gerekir:
siyaset esastır. Bir toplum açmazlarını ancak siyasetle aşabilir.
Son on yıl, bilhassa son yedi yıl bu bakımdan çok önemli ve verimlidir. Türkiye harıl harıl siyaset yapmış, siyaset mikro alanlara yayılmış, herkesin kendisini içinde gördüğü bir gerçekliğe dönüşmüştür. Öyle olmasaydı ne
2007 krizi atlatılabilirdi, ne
2011 seçimlerinde elde edilmiş sonuç alınabilirdi.
Böylesine doğurgan ve güçlü bir zeminde bugün de
siyaset tohumu hızla yeşertilmelidir.
Bunun aracı
parlamentodur.
Parlamentonun hızla güçlendirilmesi ve yeniden siyasal hayatın merkezi haline getirilmesi gerekir. Oysa şu anda iki taraf da parlamento ve parti ötesinde bir noktada bulunuyor. Karşı taraf doğrudan doğruya
Başbakana yönelirken AK Parti de kendisini geriye çekiyor ve bütün kuvvetlerini Başbakan üstünde topluyor.
Bunun ne kadar sorunlu bir strateji olduğu hiç değilse AK Parti açısından şimdi daha iyi anlaşılabiliyor. Başbakanla özdeşleşmiş bir parti onun gücü oranında güçlü, zorlanması oranında zorlanan bir mekanizmaya dönüşüyor.
Oysa parti-parlamento aksının güçlendirilmesi Başbakanı da tahkim edecektir.
Şimdi hâlâ zaman geçmiş değil. Öyle bir adım atmanın bir yolu daha var:
erken seçim kararı almak!
Bugünden yarına yapılacak bir şey değil bu. Ertesi gün de seçime gidecek değil Türkiye.
Ama böyle bir yaklaşımın ortaya koyacağı sonuçların ne kadar olumlu olacağını da görmek gerekir. Meclise ve halka her gidiş ona yönelen siyasetçiyi de, sıkışmış siyasal ortamı da rahatlatır. Hele
yerel yönetim seçimlerine gireceğimiz, ardından
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yaşayacağımız ve
genel seçimleri yaklaşık bir yıl sonra gerçekleştireceğimiz bir dönemde bu daha da önemli, rahatlatıcı bir öneri değil midir?
Siyaset biraz da siyasetin sorunlarını çözmek içindir...