1908'de Meşrutiyet "devrimi" olduğunda bile farklı etnik kökenlerden gelseler de Genç Osmanlılar kendilerini bir bütün halinde "Osmanlıcı" addediyordu. Henüz öyle ulus temelinde bir devlet kurma düşüncesine varmamışlardı. Devletin "ittihad-ı anasır" (öğelerin birleşmesi) temelinde kurtulacağına inanıyorlardı. Ancak Balkan Harbi'nden sonra bu işin olmayacağı anlaşıldı ve Türkçülük bir siyasal anlayışa, akıma dönüştü.
Cumhuriyet her ne kadar bir dönem Ziya Gökalp'in "Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim", formülüyle bir şeyleri kurtarmaya çalıştıysa da sonunda Yusuf Akçura'nın tezlerini kabul etti. Daha geniş dokunmuş bir "demos" (halk) kavramı yerini artık çok sıkı dokumalı bir "etnos"a (ırk, etnisite) bırakmıştı.
Yeni Cumhuriyet 1930'lardan 1950'lere kadar, 1946 sonrasında azalan tonlarda olsa da, açık açık ırkçı bir devlet olarak devam etti. Çoğu zaman Cumhuriyetin "kültüralist" bir yapısı olduğu söylenir. Kısmen doğrudur. Ama o teorik yanıdır işin. Pratik olarak bakıldığında 1931 sonrasında açıkça ırkçı/ milliyetçi bir devlet vardır.
***
Bu anlayış
ulus devlet modelinden türüyordu. O modelin başarısız olduğunu da kimse söyleyemez. Ulus devletin başarısı ve yeni moda deyişle "kazanımları" sadece bir
ırkın hâkimiyetini tesis etmek manasında değildir. Çok daha fazlasını sağlamıştır. Eğer abartılmaz ve dikkat dairesi içinde ele alınırsa
sivil bir birliğin oluşturulması da
ulus devletin marifetlerindendir.
Ama 1990'lardan sonra bu
model, kelimenin yerinde ve doğru kullanımıyla, bu
paradigma aşıldı. Farklı
etnisitelerin bir devlette
hâkim etnik unsurun adıyla anılması geçersiz bir anlayışa dönüştü. Bu bir gerilik değildi. "
İmparatorluklar çağına dönüş" diye adlandıranlar olduysa da, yeni durum, modernliğin, ulus devlet üstünden geldiği aşamaydı. Herkes toplumsal alanda (hatta
üst kimlik- alt kimlik ayrımına da gitmeksizin) kendi kimliği, farklılığı, çeşitliliğiyle mevcut olacaktı.
***
Dünya bu yönde gelişirken Türkiye
1990'larda ters istikamette devam etti.
Kürt sorunu diye adlandırılan hadise hâlâ ulus devletin ve başat etnisitenin hegemonik pozisyonunu kuvvetlendirme gayretiydi. Önce
"Cumhuriyetçilik" sonra "
ulusçuluk" adıyla kendini gösteren gayretlerin özü budur.
Demokrasi paketine ben bu açıdan bakıyorum. Önce, maalesef geleceği hakkında endişe duyduğumuz
Kürt Barışı girişimi, ardından gelen bu paket açıkça Cumhuriyetin
hâkim etnisite ve
katı ulus devlet mantığını aşıyor.
Bu gelişmeden endişe duymamak gerekir. Ancak bir ulus devletin bayrağı ve kimliği etrafında bir araya gelen ve varlığını o şekilde tesis eden bir milletin fertleri ve toplulukları şimdi o olgulara ihtiyaç duymaksızın ayakta durmak istiyorlarsa ve buna güveniyorlarsa, iktidar bunun mümkün olduğunu görüp o yönde bir çaba gösteriyorsa bunu
ulus devletin başarısı ve
modernliğin doğal bir sonucu diye görmek gerekir.
Devlet şimdi çok daha sivil bir temelde ve
bütün etnisitelerin devleti olacaktır. Böylelikle
patriarkal/ baba anlayışıyla oluşmuş ve
dikey örgütlenmiş devletten sadece temel ihtiyaçları karşılayan
yatay örgütlenmiş fonksiyon devletine de geçiliyor.
Niçin sevinmemeli?