Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Bilinmez bir kıta gibi...

Ege ovası ışıklı ve çok aydınlık bir havada sararmış otlarının, zeytin ağaçlarının, kırmızı toprağının yarattığı büyülü görüntüleriyle iki yanımdan akıyordu. Her şey susmuştu. Toprak sakindi. Doğa, yazın telaşından sonra kapanmış uyuyan bir büyük at gibi kendisini dinliyordu. Aklımdan Fazıl Hüsnü'nün dizeleri geçti: "İnsan dallarla bulutlarla bir/ Aynı maviliklerden geçmiştir/ İnsan nasıl ölebilir/ yaşamak bu kadar güzelken"...
Üç saatte İzmir'den sadece yaz göğü altında gördüğüm Muğla'ya Sıtkı Koçman Üniversitesi'ne varmıştım. Sosyoloji Derneği'nin, düzenlediği "Yeni Toplumsal Yapılanmalar: Geçişler, Kesişmeler, Sapmalar" alt başlıklı VII. Ulusal Sosyoloji Kongresi'ne katılacaktım.
Tebliğimi hazırlarken bir daha fark ediyordum ki, cevabını bilmediğim sorular her geçen gün artmaktadır. Ne kadar öğrenirsek o kadar bilmiyorduk. Mesela, Tanzimat Fermanı ilan edildikten sonra ailelerde neler konuşuldu? 1880'lerde, hatta öncesinde, İstanbul'da Darülfünun mezunu bir genç Anadolu'da bir şehre gidip, baytar, eczacı, mühendis, avukat olarak çalışmaya başladığında nelerle karşılaşıyordu, nasıl bir toplumsal ilişki ağrı örüyordu? Bugün Alevi topluluklarında, mesela Gazi Mahallesi'nde gündelik hayatın parametreleri nelerdir? Okuma eğilimlerimiz nasıl değişiyor? Daha neler sıralayabilirim.

***

Geçmişte ve bugün toplumsal dönüşümün kitleler ve bireylerce nasıl algılandığı, nasıl içselleştirildiği sosyal bilimlerin en önemli konularından biridir ve Türkiye olarak bu alandaki çalışmalara çok muhtacız. Hele şimdi her zamankinden fazla muhtacız. Çok önemli bir toplumsal dönüşüm gerçekleşiyor ve biz bunun toplumsal plandaki anlamını sadece siyasetin tepkilerinden okuyup değerlendiriyoruz. Oysa bu tepkiler çok daha kapsamlı toplumsal araştırmalara konu edilmeli ve siyaset o araştırmaların verileri üstünden kendisine şekil verip, yön tayin etmeli.
Oysa sosyal bilimler toplumsal değişimi, toplumsal dönüşüm hızında izlemiyordu ve geçen cuma günü katılacağım panelden önce aramızda konuşurken Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Mustafa İsen bu saptamada bulunuyordu. Bilimle toplumun çelişkisi.
Gerçekten de öyle. Sosyal bilimlerin olaylar yaşandıktan sonra onları izlemek gibi, a posteriori/ sonrasal olmak gibi bir özelliği var. Bunu yadsımak olanaksız. Fakat özellikle sosyoloji bu kısıtlamaları aşacak araçlara sahip. Bu nedenle örneğin yayın ve edebiyat dünyasında, kısacası bir sanayi niteliği kazanmış sinema gibi alanlarda Amerikan sosyolojisinin ölçmeye ve kategorizasyona dayalı eğilimleri yaygın biçimde kullanılmaktadır. Son yıllarda gördüğümüz siyaset sahasındaki gelişmeleri ölçen araştırmalar da aynı bünyenin bir başka parçasıdır.
Ne var ki, bu tür sayısal (kantitatif) analizler yetmez. Toplumsal bilinç, toplumsal doku, toplumsal davranış sadece ölçmenin işi olamayacağından, örneğin siyaset bilim alanında bir dönemde daha revaçta olan bu yöntemler şimdi yerlerini bir kere daha farklı analizlere (kalitatif) bırakıyor. Gene yöntemsel olarak konuşmak gerekirse daha geniş bir anlam araştırma ve bulma çabası olan nomotetik yaklaşımlarla tekil bir nedeni sorgulamakla mükellef, biraz vaka analizi gibi duran, idiografik araştırmaların ikisine de biz çok muhtacız.
***

Eskiden beri, geçmişin konularıyla ilgili olarak da bu beklenti ve ihtiyaç içindeyiz. Ama bugün yaşadığımız toplum gerçeği bu beklentinin boyutlarını daha da artırmıştır. Kongrede bu yönde hazırlanmış çok ilginç tebliğler vardı. Yeni bir kuşağın bilinmez bir kıta gibi duran topluma ve bireysel bilince daha duyarlı yaklaştığı açıktı. Çok önemli konuların ele alındığı tebliğler umarım kitaplaştırılır.
Havaalanına giderken Gökova Körfezi güneşin altında çelik bir zırh gibi parlıyordu.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA