Velhasıl, bu işler böyledir, devrim bir yerde patlar, benzini izleyen ateş gibi harlar gider. Kimse kuşku duymasın ve elini yüreğinin üstüne sıkı sıkı bastırsın. Allem edip kallem edip yerini korusa bile Hüsnü Mübarek devri tamamlanmıştır. Hele bir diktatör, Başkan Yardımcısı diye, ülkede muhtemelen en nefret edilen insanlardan birisi olan istihbaratın başındaki memuru göreve getiriyorsa bunun manası bellidir ve bu noktaya gelmiş, kınından çıkmış keskin bir kılıç gibi bileyli haliyle iktidara saldıran halk onu kabul etmez. Bu, iktidarın meşruiyetini daha da yitirmesidir.
Ama hep böyle olmamış mıdır? İktidarı konsolide etmek için başı sıkışınca diktatörler hep polis şeflerinden medet umar ve onlara yeni bir görev vermeyi "demokratlık" zanneder. Zavallıların demokrasi bilgisi ancak bu kadarcıktır da, ondan. Dolayısıyla Tunus devrimi zehirli bir sarmaşık gibi etrafa yayılacaktı, yayıldı. Kehanette bulunmanın anlamı yok ama Türkiye ve İran'dan sonra bu bölgelerin üçüncü büyük ülkesi olan Mısır "sarsıntısı" her şeyi etkileyecektir. Türkiye bile nerede biteceği şimdilik belirsiz bu gelişmeden şu veya bu biçimde etkilenecektir. "Ümmü dünya" yani "dünyanın anası" olan Kahire dünyaya yepyeni, pırıl pırıl bir çivi çakmaktadır.
Şimdi gelelim bu hareketin "etrafını" konuşmaya.
Tunus devriminin ama ondan önemlisi Mısır ayaklanmasının en çarpıcı boyutu "Amerika sonrası/post- Amerika" bir hareket olmasıdır. Akılsız Amerika bugüne kadar Mübarek'e her türlü desteği verdi. Her yıl o ülkeye dünya kadar para akıttı. Bir diktatörle iç içe yaşadı. Daha cumartesi günü Başkan Yardımcısı Joe Biden, Mübarek'i savunan, öven laflar ediyordu. Amerika, Bush döneminden beri berbat ettiği ve içinde boğulduğu Ortadoğu politikalarında yeni bir yanlışa saplanıyor. Her ne kadar Obama biraz daha "ortalama" bir üslup tuttursa da gidip ilk ve önemli konuşmalarından birisini "zamanlar ötesi şehir" dediği Kahire'de yapmadı mı? Gerçi maksat Müslümanlarla aralarındaki buzları eritmekti ama gene de ülke Mısır, başkan Mübarek'ti.
Şimdi sokaktaki direniş, kalkışma, ayaklanma bir ölçüde de Amerika'ya karşıdır ve bu ülke, Amerika ne yapacağını bilmez bir halde ortada savrulmaktadır. Gerçi tek süper güç konumunda bulunması ona ortaya çıkacak durum ne olursa olsun imkânlar sağlayacaktır ama bu benim OD devrimlerini "Amerika sonrası" diye nitelendirmemi engellemez.
Sorun, tükenmiş bir Mısır'ın da Mübarek sonrasında ne yapacağını bilmemesidir. Geleceğe dönük hiçbir hazırlığının olmamasıdır. Hiçbir ideolojik yapının bulunmadığı bugünkü çıkış gene Amerika'nın telleri istediği gibi akort etmesine yol açabilirse de köprülerin altından sular harıl harıl akmaktadır. Kaldı ki, durumu dört gözle izleyen bir diğer ülke İsrail'dir. 1967'deki İsrail-Mısır savaşını kazanan kimdi? İsrail mi, Amerika mı? Bir başka diktatör olan Enver Sedat'ın hatıraları ortada. Dileyen okuyup başına gelenleri öğrensin.
İkinci hadise bu devrimlerin biraz da İslamcılık sonrası/post-İslamist sarsıntılar olması. İslamcılığa karşıdır demiyorum bu hareketler ama İslam bugünkü çalkantının kurucu unsurlarından birisi de değildir. Yeni bir İran Devrimi ile karşı karşıya değiliz. Bir Humeyni yok işin içinde. Sokağa dökülmüş bir halk var sadece. Bu, ortada ideoloji dışı bir arayış olduğunu gösteriyor ki, öyle. Sıradan, hukuk talepleri dışında şu ana kadar dile getirilmiş bir istek yok.
İslam'ın böyle bir ülkede, şu anda bile, belirleyici olmaması dikkat çekicidir. Bir tek istisna ile: Mısır'ın, onca yasağa ve bastırmaya karşın, hâlâ en kuvvetli örgütü Müslüman Kardeşler'dir. Henüz onun bu işlerin içindeki rolünü bilmiyoruz. Gelecekte ne yapacağını da kestiremiyoruz. Ama o ana kadar, hiç değilse şimdilik, Tunus ve Mısır'daki patlamalar İslamcılık dışıdır.
Mısır'ı izlemeyi zevkle sürdüreceğiz.