Hrant Dink konusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nden savunma istenince, Dışişleri sorumluluğu kabul etmek yerine, Dink'in Türklüğe hakaret ettiğinin, kin ve düşmanlık yarattığının altını çizmiş. Üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), daha önce, Almanya'da bir Nazi örgütü liderinin nasyonal sosyalizmi savunan yazısına verilen cezayı yerinde bulduğunu hatırlatmış, savunmada, "Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin, nefret söyleminin engellenmesine ilişkin tavsiye kararından" da söz etmiş.
Her ülkede, "devlet" ve "hükûmet" aynı şeydir. Bizde ise, hükûmete "yolcu", devlete "hancı" gözüyle bakılır. Hükûmet farklı düşünse bile, "kutsal devlet" her türlü demokratik meşruiyetten kopuk, hayatiyetini sürdürür, teamüllerini korur.
Dink davasında da böyle olmuş. AİHM'ye gönderilen savunma, devletin görüşü. Benzer bir durumla, Leyla Şahin davasında karşılaşmıştık. AK Partili hükûmet zamanında, Dışişleri Bakanlığı, "Leyla Şahin'in türbanı siyasi bayrak olarak kullandığını, türbanla okula gitme isteğinin sadece din özgürlüğü içermediğini, üniversitelerde laik eğitimle çeliştiğini, şeriatı teşvik edici unsur taşıdığını" ileri sürüyordu. Gerçi haber gazetelere yansıyınca, bu "ek savunmayı" Abdullah Gül geri çekmişti ama hükûmetin ya da daha doğrusu devletin (!), 17 Kasım 2002'de, Leyla Şahin aleyhine yaptığı savunmada da, aşağı yukarı aynı unsurlar mevcuttu.