"Şüphe" filmini seyrederken, Kemal Kılıçdaroğlu'nu hatırladım. Meryl Streep'in canlandırdığı, katı prensiplere sıkı sıkıya bağlı bir rahibe, okuldaki bir rahibin birkaç davranışını değerlendirerek, onun, bir erkek talebeyi "istismar" ettiği sonucuna ulaşıyor. Rahibi istifaya zorluyor. Şüphe filmi, sağlıklı düşünmeyi olumsuz etkileyen, ön yargıları ve hoşgörüsüzlüğü mahkûm ediyor.
Neden Kılıçdaroğlu aklıma geldi derseniz... Onun, "yolsuzluğu siyasete alet eden" tavrını hiç beğenmiyorum da onun için; etrafa ufak pislikler sıçratan, ama, bunlar yanlış çıkınca da üzerinde durmadan başka meseleleri parmağına dolayan o üslûp, bana çirkin geliyor. Bir başka ifadeyle Kılıçdaroğlu, süratle Emin Çölaşan'laşıyor.
***
Örneklerle düşüncemizi açalım:
- Kılıçdaroğlu, Başbakanlık müsteşarı Efkan Ala'yı suçlayıp, Telekom'da Oger'in temsilcisi olduğunu söylemedi mi? Ala'nın Hazine temsilcisi olduğu ortaya çıktı. Peki bir özür diledi mi?
- Melih Gökçek'e yönelik en kuvvetli iddiası sayaç meselesiydi. "Sayaç alımında yolsuzluk yapıldı; İstanbul Belediyesi'nin 23 Euro'ya aldığı sayaca, Melih Gökçek 168 Euro verdi" diyordu. Oysa Gökçek, sayacı, 168 Euro'ya değil 63 Euro'ya almıştı. İstanbul'un 23 Euro'dan aldığı sayaç, peşin ödeme imkânı veren elektronik sayaç değil, mekanikti. Ayrıca, Ankara'nın bazı bölgeleri için 18.5 Euro'dan mekanik sayaç alınmıştı. Kılıçdaroğlu'nun bu konuda yanıldığını itiraf ettiğine şahit oldunuz mu?
- Gelelim Dengir Mir Fırat'a ... Kılıçdaroğlu, ona "Baron" demiş ve 27 Şubat 2008'de ortağı olduğu Menas'a ait bir TIR'da uyuşturucu yakalandığını, bu yüzden, Menas'ın kırmızı hat uygulamasına tâbi tutulduğunu iddia etmişti. Oysa, uyuşturucunun yakalandığı 27 Şubat 2008'de, Fırat, Menas'ın ortağı değildi; hisselerini devretmişti. Uyuşturucu yakalanan TIR, zaten Menas'a ait değildi. Menas, senede 1500 TIR'lık ihracat yapıyordu. Uyuşturucu, kiraladığı TIR'lardan birinde ele geçirilmişti. Dengir Fırat'a "Baron" diye seslenen Kılıçdaroğlu özür diledi mi?
- "Erdoğan ailesinin Atagold'taki ortaklığı saklanıyor" dedi. Ama bilgilerin Ticaret Odası'na verildiği ortaya çıktı. Üstelik yönetim kurulu üyesi Sema Erdoğan'ın ismi, Ticaret Sicili gazetesinde de yayınlanmıştı.
n Baktım, şimdi, rahmetli olmuş Hasan Doğan'ın hatırasına bile saygı göstermiyor. Bu defa da, Eyüp'teki arsa rantından söz ediyor. Yeşil alan, zaten CHP'li Belediye Başkanı Nurettin Sözen zamanında kısmen ticari alana çevrilmiş. Şubat 2005'te ise, arazinin tümü, ticaret ve hizmet alanı statüsünü kazanıyor. Peki, madem yüksek rant amacıyla bu işlemi yapıldı, 2005'ten 2009'a kadar, niçin 4 yıl beklemişler? 10 bin metrekare alanı olan alışveriş merkezinin inşaatına başlamamışlar? Acaba, günün birinde Kemal Kılıçdaroğlu'nun zuhur edebileceğinden mi çekinmişler? Hasan Doğan, oraya bir spor tesisi yapılsın istiyormuş. Bunun sözünü de Cihan Kamer'den almış. İzmir'de Hasan Doğan'ın anısına düzenlenen "Milli gurur, milli forma" sergisinin açılışında, Hasan Doğan'ın kardeşi Hüseyin Doğan ağabeyinin vasiyetini hatırlatıyor ve araziyi Federasyon'un emrine tahsis ediyor. Kılıçdaroğlu, "Ben söyledim de alelacele bu bağışı yaptılar" diye böbürlenmekte. Böyle bir niyet ve vasiyet olmasa, kim elindeki değerli arsayı başkasına verir?
***
Şüphe filmini mutlaka seyredin! O katı, hoşgörüsüz rahibenin sonunda "Yanılmış olabilirim" diye gözyaşlarına boğulduğuna ve azap çektiğine şahit olacaksınız. İftiraya uğrayan papazın vaazında anlattıklarına da kulak verin: "Bir kadın, yalan söyler, iftira atar; dedikodu yapar. Sonra bağışlanmak için günah çıkartmaya gider. Papaz, 'Seni affetmeden önce bir şey yapmanı istiyorum' der. 'Dama çık, kuş tüyü bir yastığı birkaç yerinden bıçakla, sonra bana gel' Kadın denileni yaptıktan sonra, papazın karşısına çıkar. Papaz bu defa, 'Kuş tüylerini topla, tekrar kılıfına koy' diye ikinci bir görev verir. Kadın çaresizdir, boynunu büker ve 'O tüyler rüzgârla uçuştu, dört bir yana dağıldı, toplayamam ki' der."
Filmde, rahip, vaazını şu şekilde tamamlıyor: "Attığınız bir iftira, yaptığınız dedikodular öyle süratle yayılır ki, ne kadar pişman olursanız olun geriye almak mümkün değildir."
Bizdeki geçerli tabirle: "İftira at, izi kalsın"
Maalesef Kılıçdaroğlu, doğruya, yalanı ve iftirayı katık yapıyor. Seçim arifesindeyiz ya, "çamurun izinin kalması" ona yetiyor.