Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

Başkanlık şart mı?

Siyaset, 2.5 yıldır ideolojik bir zehirlenmeye maruz kaldı. Hiçbir meseleye Erdoğan'la ilişkilendirilmeden yaklaşılmasına izin vermeyen bu sürecin kurbanlarından biri de Başkanlık sistemi tartışması oldu. Salt 'diktatörlük vs özgürlük' ikiliğinin sığlığına kilitlenen tartışma, toplumun bu yöndeki enerjisini yok etmeyi ve kamuoyunu teslim almayı amaçlıyordu. Bu strateji, Ak Parti'ye yakın bazı kâlemlerin de havlu atmasıyla başarıya ulaşmış görünüyordu. Ancak 1 Kasım'da siyasal alanı âdeta 'reset'leyen ve yeniden inşa etmeye imkân kılan bir kapı açıldı. Şimdi o kapıdan girerek, medeni biçimde, argümana dayalı bir tartışma yapmanın zamanıdır.
Bence ilk anlaşılması gereken, Ak Parti'nin Başkanlık sistemindeki ısrarının sebebidir. Zira Başkanlık, Ak Parti için yeni anayasanın tali bir unsuru veya yan öğesi değil, sistem değişikliğinin özüne tekabül eden merkezidir. Hatırlarsanız 2007'de, Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasına yönelik tepkiler sayesinde 367 safsatası kaide haline getirilmişti. Bu refleksif karşıtlık, Cumhuriyet Mitingleri'nden e-muhtıraya ve oradan da mecburi erken seçime dönüştürüldüğünde, Ak Parti vesayet bekçisi bir kurum olarak tasarlanmış Cumhurbaşkanlığı makamında kimin oturacağını halkın seçmesine izin vermeden, bu kilidin açılmayacağını görmüş ve referanduma gitmişti. Muhalefetin 'Hayır', sadece Ak Parti'nin 'Evet' oyu vermeye çağırdığı referandumda, halkın %69'u, yani Ak Parti kitlesinin çok daha fazlası, Cumhurbaşkanı'nın kendi oylarıyla seçilmesi gerektiğini söyledi. Bu, Ak Parti'nin halka verdiği bir sözdü ve 10 Ağustos 2014'te o söz tutuldu.
Başkanlık sistemi, şimdi o sözün esas gereğinin yapılması için şarttır. Çünkü halkın oyuyla seçilen bir Cumhurbaşkanı'nın 'siyaset üstü'ymüş gibi rol kesmesi beklenemez. Halkın %69'u verdiği oyla Cumhurbaşkanı'ndan taraf olmasını, siyaset yapmasını, yürütmede sorumluluk almasını istemiştir. Başkanlık sistemine geçilmeden bunun sorunsuz işlemesi ise mümkün değildir. Zira ortada halkoyuyla seçilmiş iki irade mekanizması vardır ve gerçek bir kuvvetler ayrılığı ilkesi uygulanmadan bu ikisinin çakışması kaçınılmazdır.
Başkanlık sistemi, halkın oyuyla seçilmiş parlamentoya, barajın sıfırlandığı bir temsilde adalet imkânı tanır. Saadet Partisi'nden Büyük Birlik Partisi'ne, Vatan Partisi'nden HDP'ye tüm partilerin baraj derdi olmadan oy oranı kadar yer bulabileceği bir mecliste, yasalar da halkın tüm katmanlarının siyasî tercihlerinin eklektik bir ürünü olmak zorundadır.
Yine halkın oyuyla seçilmiş Başkan ise, yürütme noktasında en hâkim kişidir. Kendisinin seçtiği bakanlardan oluşan kabineyle, ülkenin iç ve dış siyasetinin yönetilmesi noktasında karar merciidir. Şimdiki Başbakanlık pozisyonuna benzeyen bu statü, Başbakanlık'tan farklı olarak yasamaya müdahale etme gücünü büyük ölçüde Başkan'ın elinden alır. Başkan bu noktada en fazla Cumhurbaşkanı gibi yasayı meclise iki kez geri gönderme hakkına sahiptir. Tüm partilerin temsil edildiği parlamentonun yasama noktasında Başkan'a göre otoritesi de daha fazladır.
Yasama ve yürütme arasında kalın bir çizgiyle kuvvetler ayrılığı prensibini yerleştiren Başkanlık sistemiyle beraber, koalisyon kâbusunu da bir daha yaşamayacak ve 'fetret dönemi'ne girme tehlikesiyle de karşı karşıya kalmayacağız. Yaşadığımız son beş ay bu noktada ülkemizin koalisyon sürecini kaldırmayacak kadar kırılgan olduğunu bize bir kez daha gösterdi diye düşünüyorum.
"Adil temsil, kesintisiz yürütme", Başkanlık sisteminin olumlu yanlarının başında geliyor. Daha tartışılacak çok başlık var, yeni başladık.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA