7 Haziran'dan sonra çok şey işittik. Yargılanacaktık, işimiz bitmişti, yolun sonuydu, devran dönmüştü. O ortamda yazdığım ilk yazılardan birinde şöyle demiştim:
"Kod adı 'koalisyon, restorasyon, büyük uzlaşma' veya her neyse, sonu Erdoğan'ı kurban etmeye çıkacaksa, Ak Parti de kendisinin yarısı kadar oy alan particiklerden birisi haline gelmeyi kabullenmiş, mezkûr vesayete boyun eğmiş demektir. Vebalini de sadece halk değil, önce Ak Parti öder."
Sonra da CHP ile koalisyon fikrine karşı açıktan mücadele ettim. Çünkü en başta CHP, koalisyon için Erdoğan'ı kurban etmeyi teklif ediyordu. Bu kabul edilemezdi. Nitekim olmadı ve erken seçime gidildi. Erken seçime gidilirken de 'İşte bittiğiniz gün bugündür, Ak Parti %40'ları da göremeyecek, defteriniz dürülecek' deniyordu. Hatta şimdilerde 'Erdoğan'ın siyasî dehası' hakkında yazan bazı Ak Parti yanlısı kâlemler ve liberaller de bu koroya katılmış, "Erdoğan'ı verelim, uzlaşalım" noktasına gelmişlerdi. Bizleri de çoktan 'uzlaşma bilmez muhafazakârlar' olarak kodlamıştı bile. Ve 1 Kasım seçimleri ertesi...
Bize menfaatçi, yalaka, satılmış, vs. diyen ne kadar yazar varsa kendilerinin aslında böyle olduğunu kanıtlarcasına dümen çevirdiler. Böylelikle kimin patronunun bir parmak şıklatmasıyla hareket ettiği de, kimin menfaatini pusula edindiği de ayan beyan ortaya çıkmış oldu.
Hürriyet'in 2 Kasım günkü 'millet iradeli, Rabia işaretli' ilk sayfasını, ardından gelen 'lütfen barışalım' açık mektubunu, Özkök'ün 'tamam, biz de çok şey ettik ama uzlaşalım n'olur' yazılarını, Ahmet Hakan'ın Deniz Baykal'a yaptığı gibi anında Demirtaş'ın da liderliğinin sonu olduğunu ilan etmesini, seçim öncesi bol bol 'Savaş'ın sarayı' yazısı döşenen Ezgi Başaran'ın "PKK savaşı başlatmayacaktı" eleştirilerini, vb. gördükçe bir yandan tebessüm ediyorum ama diğer yandan da midem bulanıyor açıkçası. Gazeteciliği bu derece militanca yapıp ayağa düşürdünüz, şimdi de 'yandaş' diye diye aşağıladığınız kâlemlerin onda biri kadar bile dik duramıyorsunuz. Patronajın esas kölelerinin kendiniz olduğunu fena halde açık ediyorsunuz. Mesela Özkök, seçim öncesi hakkında "devşirme, tetikçi, havuz yazarı" dediği meslektaşları için şöyle yazabildi: "Demokratik bir ülkede iktidar yanlısı olmak ne kadar şerefli ve meşru bir şeyse, iktidarı eleştirmek de o kadar şerefli ve meşru bir iştir."
Ana fikir doğru ama 'gerçek Özkök'ün bu olmadığı hepimizin malumu. Ya da Doğan Medya'nın terörü meşrulaştıran haber dilindeki dönüş? PKK'nın öldürdüklerine 'hayatını kaybetti' diyen haber dili anında düzeliverdi. PKK'ya 'terör örgütü' diyemeyenler, PKK sempatizanlarına bile 'terör örgütü yandaşı' demeye başladılar.
Doğan yazarlarının bir kısmı da kendilerini çok açık etmemek için sadece Davutoğlu'nu övmeye, Erdoğan'a karşı ondan medet ummaya başladılar. Elbette ve umarız bu da sonuç vermeyecek ama gerçekten zavallı ve acınası bir tablodur karşımızdaki. Muhalefetinizi ülke düşmanlığına çevirmemiş olsaydınız, şu an bu durumda olmayacaktınız.