Müslüman şuna iman eder:
1. Allah tektir. Birdir. Hem sayıda, zatında ve hem de sıfatlarında tektir. Ortağı yoktur. Doğmamıştır. Doğurmamıştır. Baba değil, evlat değil. Kimseye muhtaç değil.
2. Peygamberler Allah'ın seçkin kullarıdır. Hepsi sadık insanlardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah'ın son elçisidir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir.
3. Yüce Allah'ın gönderdiği büyük kitaplar gerçek vahyi içeriyordu. Bu kitapların içeriği zamanla değiştirilmiştir. Değişmeyen tek vahiy olan Kuran-ı Kerim kıyamete kadar aynı hali koruyacaktır.
4. Allah'ın meleklerinin varlığına iman ederiz. Melekler; yemezler, içmezler, erkeklikleri, dişilikleri yoktur. Allah'ın emrini yerine getirirler.
5. Ahiret gününe, kıyametin kopacağına, kabir azabına ve nimetine, kabirde sorgu olacağına iman ederiz. Şefaat haktır.
6. Kader gerçektir. Kişi iyi veya kötü iş yapmayı ister, Allah da yaratır. Kişinin ileride ne yapacağını yüce Allah bilir. Kul da zamanı gelince kendi iradesiyle bu işleri yapar. Allah'ın geleceği bilmesi, kişiye o işi zorla yaptırması demek değildir.
7. Kuran-ı Kerim'de yer alan her ayete olduğu gibi iman ederiz.
Ahlaki amentümüz, adaletle davranmak, zulmetmemek ama zulme de razı olmamak, mazlumun yanında olmak, Allah'ın kitabına ve peygamberinin emirlerine aykırı olan herhangi bir şeyin yanında olmamak, bilakis dinin temellerine aykırı olanlara karşı direnmek, fakiri gözetmek, barıştan yana olmak, insanları ırklarına ve dillerine göre sınıflamamak, düzgün ve ahlaklı olmak, maddi kazancın bir kısmını mağdurlarla paylaşmak, insan olmak, vicdanlı olmak, saygın olmak, dünyanın en güçlüsü olmak, ilim ve fende en önde olmak, asalak olmamak, onurlu olmak ve öyle kalmak gibi Yüce Kuran'ın ve Hz. Peygamber'in istediği bütün erdemler de bizim ahlaki amentümüzün gereğidir.
Allah seni mahcup etmeyecek
Hz. Peygamber'in ilk vahyi aldığı yıllardır. Mekke'de evine 10 km uzaklıktaki Nur Dağı'ndaki Hira Mağarası'na çekilir. Bazen günlerce orada kalır. Yaşı 40 civarındadır.
Mekke'deki iki yüzlülükten, zulümden, haksızlıktan, putperestlikten iyice bunalmıştır.
Ramazan ayına denk gelen bir gece Cebrail kendisine görünür. Yüksek bir dağın tepesinde tek başınadır. Melek onu göğsüne bastırıp okumasını emreder. Efendimiz "ben okuma bilmem" der. Melek aynı şeyi tekrar eder. Ve "Alak" suresinin ilk ayetlerini fısıldar.
Hz. Peygamber (s.a.v.) mağaradan hızla çıkar. Ürkmüştür. Heyecanlanmıştır. Endişe içindedir. Ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Cebrail "Sen peygambersin" diyordu. Cebrail bütün göğsü kuşatmıştı. Eve koşar.
Bu haldeyken Mekke'deki evine ulaşır. Titriyordu. Eşi Hz. Hatice bu hali görünce; "ne oldu Muhammedim" der. "Beni ört" der. Cübbesine bürünür. Uzun uzun titrer.
Titremesi geçince karşılaştığı olayı anlatır. Ve sonra "neydi bu" der eşine. "Bana ne oluyor. Bana görünen neydi? Melekten başka şey olabilir mi?"
İşte bu anda eşi Hz. Hatice'nin sözleri devreye girer. Hz. Hatice efendimize şöyle der:
- Muhammed'im (s.a.v.) sakın mahzun olma. Üzülme. Vallahi yanlış bir şeye Allah müsaade etmez. Seni müjdelerim. Rabbin asla seni mahcup etmeyecek. Çünkü sen akrabalarını gözetirsin. Doğru söz söylersin. Düşkünü korursun. Malı mülkü olmayana verirsin. Misafirini ağırlarsın. Emaneti yerine getirirsin. Haktan gelen sıkıntılara karşı yaraları sararsın. Üzülme, Allah seni mahcup etmeyecektir.
Hz. Hatice peygamberimizin ahlakındaki yücelikten hareket ederek yanlış bir şeyle karşılaşmayacağı inancını dillendirir. Bu, son derece önemli bir noktaydı. Kişi güzel ahlakıyla derin izler bırakmalı. Ahlakıyla kendini anlatmalı, güven vermeli. Çağımızdaki Müslüman'ın en çok ihmal ettiği nokta bu olsa gerek.
Yahudi bilgini Abdullah bin Selam, Hz. Peygamber'i Medine'de ilk gördüğünde şöyle der: "Bu yüz, bu sima bir yalancının yüzü olamaz."
Dünya Müslümanları İslam'a iyilik yapmak istiyorlarsa, dini iyi temsil etmelidirler. Ahlaklarıyla, temizlikleriyle, görüntüleriyle, ilerlemeleriyle, güçlü olmalarıyla öne çıkmalılar. İslam'ın önünde engel oluşturmamalılar. Kötülere caydırıcı, dostlara şefkatli olmalıdır.
Son nefesinde para sayıyordu!
Kişi hayatta iken ne ile meşgul olursa ölürken de onunla meşgul olur.
Rebi'bin Haysem der ki: "Ben bir insan tanırım. Çok ihtiraslıydı. Paraya düşkündü. İşi-gücü paraydı. Parayla nefes alıp verirdi. Bütün hayatı paradan ibaretti. Bir gün ölmek üzere olduğunu bana bildirdiler. Yanına gittim. Belki faydam olur dedim. Yanına oturdum ve "La İlahe İllallah"; Allah'tan başka Rabb yoktur demeye başladım. Ama o boş gözlerle bana bakıyor ve parmaklarıyla sürekli para sayıyordu. Para sayar gibi hareketler yapıyordu. Ölünceye kadar bu hali devam etti.
Sabahtan akşama kadar para, çek, senet, icra, altın, dolar, rüşvet, banka, kâr, zarar sözcükleriyle hayal geçiren bizlerin bu sözlerden alacak çok şeyi vardır herhalde. Maddi dünyanın bizi tutsak almasına fırsat vermemek lazım. Çünkü biz bu âleme yemek içmek için gelmedik. Yüce Rabbimizi bilmek ve O'na layık olmak için geldik.
Ölenler bizlerden ne bekler?
Ölenlerle irtibatımız devam eder. Çünkü et ve kemik çürür ama ruh yaşamaya devam eder. Ya nimet veya azap içinde olur. Kıyamet kopuncaya kadar da bu hal devam eder.
Bu nedenle de ölenler bizden beklenti içinde olurlar. Dünyadaki insan nasıl ilgi bekliyorsa, ölen de aynı ilgiyi bekler.
Mümince yaşamamızı beklerler: Ölenler yakınlarının temiz bir hayat yaşamasını isterler. Çünkü ölenler, perdenin gerisini görmüşlerdir. Orada neyin fayda ve zarar verdiğini anlamışlardır. İsterler ki yakınları temiz bir amelle ahirete gelsinler. Sizin kılacağınız iki rekât namaz ölülerinizi o kadar sevindirir ki tahmin edemezsiniz.
Dua beklerler: Peygamberimiz (s.a.v.) "ölülerinize dua etmekle emrolundum" buyurmuştur. Uhud'da baki mezarlığında ölülere dua etmiş, selamlamada bulunmuştur.
Sadaka beklerler: Bir adam gelir ve Hz. Peygamber'e sorar. Annem öldü. Ama vasiyet edemedi. Etseydi sadaka vermemi isterdi. Onun yerine sadaka verebilir miyim? Efendimiz "evet ver" buyurdu. O halde ölülerimiz sadaka beklerler.
Borcunu ödememizi bekler: Peygamberimiz ölünün bıraktığı borcu akraba veya uzak kişilerin ödemelerini emrederdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) borçlu cenazenin borcu ödenmedikçe cenaze namazını kılmamıştır. Böylece kişinin ahirete borçsuz gitmesini sağlamaya çabalamıştır.
Oruç borcunu ödememizi isterler: Esas olan kişinin kendi ibadetini yapmasıdır. Ancak akrabaları bazı ibadetlerin sevabını ölüye bağışlayabilir. Allah da dilerse kabul eder. Bir kişi Efendimize gelir ve şöyle der: Annemizin bir ay oruç borcu kaldı ve öldü. Ben onun yerine tutsam olur mu? Efendimiz (s.a.v.) "borcunu öde" buyurmuştur. Tabii bu şu demek değildir: Sen oruç tutma ben senin yerine tutarım. Hayır. Bu bahsedilen farklı bir durumdur, ölüye bir bağıştır.
Kabire Kuran Okunur: Alimlerin çoğuna göre ölüye ve mezara Kuran okunur. Fatiha, İhlas, Yasin gibi sureler okunabilir. Okunan Yasin ölünün yükünü hafifletir. Medinelilerin mezarlıkta Yasin okudukları kitaplarda anlatılır.
Firavuna yumuşak söz söyleyin
Bazen hak etmeyene de yumuşak söz söylemek lazım. Çünkü yumuşak söz, sözün muhatabını mahcup eder. Sözü söyleyeni de güçlü kılar.
Bu nedenle Yüce Allah (c.c.) Hz. Musa ile Hz. Harun'a, Firavun'a dini tebliğ etmelerini emrederken şöyle buyurur: "Ona gidin ve yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar."