Böyle buyuruyor sevgili Nebi (a.s.): "Fitne uyuyor uyandırmayın."
Güzel bir yoldayız. Dünyada taşlar yerinden oynarken biz iyiyiz. Geleceğe umutla bakıyoruz. Dış devletler bize gıpta ile bakıyor. Elbette kusurlarımız, hatalarımız, eksiklerimiz var. Ama ümidimiz, umudumuz var. Hem İslam âleminin ve hem de Osmanlı'nın hatırası olan halkların umuduyuz. Beklentiler var. Gözler bizde. Dostlar, kalbi kırıklar bizi beklerken, kötü olanlar da bekliyor. Ayaklarımızın kayması bekleniyor. Hata yapmamız isteniyor. Şer odakları her zaman hazırdır, uyumaktadır ama uyanmak için fırsat kollamaktadır. Sanki bir devin, hunhar bir zalimin uyuduğu gibi uyumaktadır. Uyandırmamak lazım. Ama fitne uyandığı günde bir olmak, beraber olmak lazım. Sözü, kalbi, duayı, himmeti, gayreti bir etmek lazım. Beraber kılmak lazım. Tevhid sadece Allah'ı birlemek değil ki. Aynı zamanda kalpleri de birlemektir, birleştirmektir.
Hz. Peygamber'in uyarısı hayat veren, damarlara kan veren bir uyarıdır. Fitne uyuyor, uyandırma.
Fitneyi bastıracak tek yol sevgidir, kardeşliktir, metanettir, yumuşaklıktır, sabırdır, teennidir. Kucaklaşmaktır, nefeslenmektir.
Taş atana taş atmak değil, nefretle bakana nefret iadesi değil.
"Taif'te" Efendimize (s.a.) taş atmışlardı. Mübarek yüzü kanamıştı. Yüreği kanamıştı. Bunca iyiliğe karşı taş mı olmalıydı. Taş mı hak ediyordu. Elbette hayır. "Gül hak eden bazen taş bulabilir." Taş atan ele de, gelen taşa da darılmamak lazım. Çünkü taş atan el gün gelir gelecek taşlara gövde olur, siper olur, can olur.
Sabır lazım. Durulmak lazım. Kanayan yüzü silmek lazım. Bütün çevre Taif kesilse de bütün dünya putlarından arındırılmamış Mekke olsa da ötelerde bir Medine vardır. Zafer vardır, çıkış vardır. Lakin illa ki sabır lazım.
Hz. Peygamber'i taşla karşılayan Taif daha sonra kuşatılır. Ama sonuç alınmaz. Sonradan da Taif halkı kendi kendine gelir ve İslam'a girer. Kavgasız, kılıçsız, sıkıntısız. Atılan taşlar sevgiye, pişmanlığa, güle, rahmete dönmüştür.
Taif'te taşlanan Hz. Resul'e (a.s.) dağların meleği gelir. İzin ver Taif'i yerle bir edeyim. Yüzü kan içindeki sevgili nefes nefesedir, üzgündür, kırılmıştır. Kalbi kırıktır. Gönül dünyasına taş dokunmuştur. Mübarek yüzüne gadir ve zulüm değmiştir. Ayakkabıları kan dolmuştur. Yanında zor günlerinde hiç ayrılmayan Hz. Zeyd vardır. Yalnızdır. Tektir. Kimsesizdir ve onca da sessizdir. Lakin dağların meleğine bakar ve şöyle der:
"Hayır! Sen aradan çekil. Sana ihtiyacım yoktur. Ben elbette Taif halkının yok olmasını istemem. Belki onların omurgalarından iman edenler çıkar."
Sonra yüzünü, kendisini hiç yalnız bırakmayan sahibine çevirir. Dua eder. Çünkü O, onu hiç yalnız bırakmadı. Yüreğimize dokunacak bir duadır Taif duası. Çaresiz zannedilenlerin ne kadar yüce bir kudretten güç aldığının ilanıdır bu dua.
"Kuvvetimin tükendiğini sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük düştüğümü sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi; Sensin ezilmişlerin Rabbi, Sensin benim Rabbim. Beni kimin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi? Yoksa zalim bir düşmana mı? Eğer sen bana gücenmediysen kesinlikle bunlara aldırmam. Lakin iyiliğin beni rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım. Karanlıkları aydınlatan nuruna yeter ki sen razı ol."
Bu Taif yakarışı hepimize lazım. Millet olarak, ümmet olarak Taif aşısıyla aşılanmalıyız. Taif günü gibi yalvarmalıyız. Çünkü Taif şuuru şerri, kötü niyeti ve yanlışı engeller. Çünkü Taif günü yapılan dua, kıyamete değin hecelenecek bir zikirdir. Elbette bu zikrin Rabbin katında bir karşılığı vardır.
Taif yakarışı bir zafiyetin değil bir gücün, kudretin, sahiplenmişliğin, ayakta kalışın, dik duruşun yakarışıdır. Elbette ki bir zayıflığın veya tükenmişliğin değil.
Dikkat etmemiz gereken en önemli nokta şu: "Puslu havayı" sevenler her an tetikteler. Bizler onlardan daha uyanık olmalıyız. Biz uyanırsak, fitne uykuya dalar.
***
Dostun gülü bile incitir
"Hallacı-Mansur" kendine olmadığı bir anda söylediği bir sözden dolayı cezalandırılacaktır. Tasavvufun derinliğine dalmak güzeldir belki ama çilesi de ağırdır.
Hallac bunu çok acı yaşayanlardan biridir. Manevi bir doyum -
sekr- halinde söylediği ağır bir sözün bedelini ödeyecek.
Karar verilmişti. Mansur asılacaktır. Kalem kırılmıştır. Defter toplanmış ve sıra cezayı infaza gelmiştir. Mansur darağacına doğru götürülür. Halk ona taş atar, çakıl atar. Hallac'ın umrunda olmaz gelen taşlar. Kalabalığın içindeki dostu
Şibli'den bir seccade ister. 2 rekat namaz kılar ve sonra şöyle der; "senin dinin uğrunda gayrete gelip beni taşlayanları affet."
Sonra kalkar ve darağacına doğru yürür. Kalabalığın içindeki Şibli bir veda gülü atar. Şibli'nin elinde kırmızı bir gül vardır. Ve Hallac'a fırlatır. Gül Hallac'a değince; Hallac acıyla bağırır. Bin ton demir değmiş gibi savrulur. Hayret ederler. "Bunca taşa inlemedin de bir '
kırmızı gül' mü seni inletti" derler. Hallac şöyle der:
"Taş atanlar benim halimden anlamayanlar. Onların taşı bizi incitmez. Ama dostun gülü bizi yaralar. Çünkü O halimizi biliyor. Onun fırlattığı gül bile bizi sarsar yaralar."
Kardeşlerin fırlattıkları gül bile yaralar, incitir, kalpte yara açar, parçalar. Ortada bilmeyenlerin taş attığı Hallac varsa gül atan Şibli dahi olmamak lazım.
***
Allah'ın birleştirdiği kalplerinizi bölmeyin
Ne zaman bir olsak, iyi işler yapsak mutlaka şeytan ve nefislerimiz şer üretmeye başlar. Gücümüzü, kuvvetimizi, zafiyete uğratır. Elimizdeki gücü ve imkânı sarsar. Elimizdekini alır. Ve bizi ortalıkta perişan halde bırakır.
Ondan sonraki yakınmaların, eyvahların hiçbir manası yoktur. Giden gitmiştir. Geri gelmez.
Yüce Rabbimizin verdiği her imkân ve her güç aslında bir imtihandır. Yüce rabbimiz imkânları ve gücü, nimet ve fırsatları nasıl kullandığımıza bakar. Yanlış kullanırsak ibadetimize ve samimiyetimize bakmadan alır. Bir daha da vermez.
Bildiğiniz gibi "Uhud" Hz. Peygamber'in (s.a.v.) başkomutanlık yaptığı bir savaştır. Bu savaş sahabenin söz dinlememesi sonucunda ağır darbeyle kapanmıştı. Elbette burada hepimizin alacağı ders vardır.
Kuran-ı Kerim müminleri uyarıyor. Gücünüzü kalplerinizi, himmet ve gayretinizi birleştirmezseniz tümünü yitirirsiniz buyuruyor:
Ayet şöyledir:
"Hep birlikte Allah'ın ipine (Kuran'a) sımsıkı sarılınız. Parçalanıp bölünmeyiniz. Allah'ın size olan nimetini hatırlayınız. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz ve O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.
Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz. (Ali İmran, 103)
Söz açık. Ayetler net. Birleşmekten, kardeş olmaktan başka yol yok. Yoksa sarsılırız, gücümüzü kaybederiz.
Bilmek lazım ki dışarıda bizi sevmeyen o kadar odak var ki sayısını tahmin bile edemezsiniz, tek sermayeleri gönüllerimizin ayrışmasıdır.
***
Her kötü söz sahibine dönecek
İman edenler başkalarından farklı olmalıdır. Çünkü inanan hesap duygusunu ötelemez, boş bırakmaz.
Attığı her adımın, söylediği her sözün, yazdığı her kelimenin sorgulanacağını bilir. "
Yazıcı melekler her şeyi yazmaktalar."
İnanan ile inanmayan arasındaki en önemli fark şudur: İnanan hesaba hazırdır, hesaba çekilecektir. İnanmayan hesaba hazır değildir, inanmadığı ve hazır olmadığı bir hesaba çekilecektir. Çaresi kaçamağı, fidyesi, kurtuluşu yoktur. İnanmaması veya hazır olmaması bir şeyi değiştirmez. İstese de istemese de huzura gelecektir.
Göz, kulak, dil, kalp ve tüm organlar sorgulanacaktır. Başkasına yaptığımız her kötü hareket, arkadan söylediğimiz her söz, yazdığımız her kelime, her iftira, her kayırma, tövbesi yapılmayan her kalbi meyl mutlaka önünüze çıkacak.
Ahirette kişi günahından kaçacak. Günahı onu kovalayacak. İnsan mıknatısa doğru savrulan bir demir külçesi gibi günahlarına savrulacak.
Çetin bir gün. Çetin bir sınav. Telafi imkânı da yok ahirette.
Bu nedenle de maddi âlemin cezasından, yargısından önce ruh dünyamızın yargısına kendimizi hazırlamalıyız. Çünkü her günahın, zulmün, haksızlığın, ilahi bir dengeyi ve çizgiyi tahrip ettiğini ve bir de kula ait bir hukuku çiğnemek anlamına geldiğini düşünmek zorundayız.