New York Times geçtiğimiz ay "Putin idaresindeki Rusya ve Modi yönetimindeki Hindistan" gibi Türkiye'nin de "ekonomik gelişme, demokratik seçimler ve otoriter liderlik"i bağdaştıran bir modeli benimseyerek "Batı'dan uzaklaştığı" tezini işleyen bir yazı yayınladı.
Yazı Pankaj Mishra'nın "Batı modeli iflâs etti" başlıklı değerlendirmesinden hareket ediyor, ancak Hintli entelektüelin oldukça derin analizini bağlamından çıkararak güncel bir Türkiye eleştirisine dönüştürüyordu.
NYT eleştirisi Türkiye siyasetini konu aldığı için basınımızda geniş yankı bulurken Mishra'nın kapsamlı analizi, ne yazık ki, aynı ilgiyi görmedi.
Halbuki konuya "siyasal rejim" temelinde yaklaşmayan bu değerlendirme yirmi birinci yüzyılın "Batı modeli"nin iflâsına tanıklık ettiğini savunan önemli bir entelektüel tartışmayı gündeme taşıyordu.
"Model" olarak Batı
Mishra, Guardian gazetesinde yayınlanan bu analizi, Avrupa emperyalizminin on dokuz ve yirminci asırlarda Asya üzerindeki etkisini inceleyen İmparatorluk Kalıntılarından: Batı'ya İsyan ve Asya'nın Yeniden İnşaı (2012) kitabı ve değişik mülâkatlarında NYT'ın yaptığı türde "Batı'nın (doğru) yolundan sapma" benzeri "siyasal rejim temelli" eleştirilerinden çok daha kapsamlı bir yaklaşımı dile getirmektedir.
Onun 1960'lı yılların gözde kuramı olan teleolojik karakterli siyasal modernizasyondan Niall Ferguson'ın Batı'yı tekil medeniyetin yaratıcısı olarak kutsayan güncel değerlendirmelerine varan yaklaşımlara getirdiği eleştiri "Batı'yı taklit" ve "onu yakalama"yı hedefleyen post-kolonyalliğin bunun yerine kaçınılmaz olarak yeni "kolonyal biçimler" yarattığı tezi üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Mishra bu nedenle "Doğu-
Batı," "demokrasi-totaliterlik," "kapitalizm-sosyalizm" benzeri ideolojik karşıtlık kutupları ve böylesi eksenlere dayanılarak inşa edilen "tarih"in anlamlı olmadığını savunmaktadır.
Dolayısıyla Hintli entellektüel, NYT'ın "siyasal rejim" merkezli analizinden farklı olarak derin ve "yapısal" bir soruna parmak basmaktadır. Mishra, Batı'nın yükselişinin tüm dünyada toprak ve kaynaklara el koyma temelinde gerçekleştiğini, bu nedenle de şehirleşmiş Batı sanayi toplumlarının "benzerlerini" nüfûs yoğunlukları yüksek, modernlik öncesi karakterleri güçlü ülkelerde yaratma projesinin, eşyanın tabiatı gereği, "başarısızlığa mahkûm" olduğunu savunmaktadır.
Bu girişimler Christopher Bayly'nin savunduğu gibi "uzun vâdede kazanması mümkün olmayan" yapıların çabaları olmanın ötesine gidememiştir.
Mishra; Atatürk, Nehru, Nasır, Nkrumah, Mao, Sukarno benzeri yirminci yüzyıl seküler ve sosyalist "Batı yakalayıcıları" ile günümüzde korumacı devletçiliği global kapitalizm ile ikame ederek Amerikan hayat standardına erişmeyi hedefleyen "modernleştirmecilerin," son tahlilde, "başarılması imkânsız" projeleri üstlendiklerini ileri sürmektedir.
Değerlerin keşfi
Hintli entelektüelin parmak bastığı "yapısal" ve "zamanlama" ile ilişkili sorunlar şüphesiz Türkiye'nin de dahil olduğu bir dizi tabulaştırılmış "Batılılaşma" projesinin yeniden değerlendirilmesini anlamlı kılmaktadır.
Bunlar hiç yol almamış, değişimler yaratmamış değildir.
Ancak Mishra'nın da savunduğu gibi bu projeler yerel değerlerle çatışan "dahilî sömürgeleştirme"ler ya da "yeni kolonyalizm"ler yaratmışlar, "Batı'yı yakalama" hedefinin ise oldukça uzağında kalmışlardır.
Bu noktadan hareketle, kendi örneğimizin, NYT'ın ortaya koyduğu "Batı'nın doğru yolundan uzaklaşan yaramaz çocuk" türü tahliller ve kişisel tercih biçimlerine indirgenmeden ele alınması gerekmektedir.
Türkiye on sekizinci asır sonunda başlayan ve 1876-
1908 yarı parantezi dışında imparatorluğun sonuna kadar süren bir "Batı'yı taklit, onu yakalama" projesi uygulamıştır. Bunu "yeninin yanında eskinin de yaşamasını mümkün kıldığı" gerekçesiyle yetersiz bulan Kemalist modernleşme yerel değerlerle şiddetle çatışan, daha radikal bir tasavvur geliştirmiş ve bunu gerek duyduğunda güç kullanarak hayata geçirmeye çalışmıştır.
İkinci Meşrutiyet Dönemi'nin "tam Garpçılar" olarak adlandırılan entelektüellerinin fikirlerinden derin biçimde etkilenen Kemalist proje "medeniyet"in "Batı" ile eşanlamlı olduğunu düşünmüş, sadece taklit değil "farklılık gösteren özellikleri de ortadan kaldırarak" ona ulaşmayı temel hedef haline getirmiştir.
Mishra'nın belirttiği özellikleri taşıyan bu proje de diğerleri gibi, son tahlilde, "başarılması mümkün olmayan" bir girişim olmuştur.
Ancak büyük resme bakarsak örneğimizdeki başarısızlığın aslında bir "başarı" olduğunu söylenebilir.
Kendisi olmaktan vazgeçerek "medeniyeti yakalayacağını" düşünen proje, Namık Kemal'in başını çektiği düşünürlerden itibaren değerlerle bağdaştırılan dönüşüm tasavvurları aracılığıyla ciddî eleştirilere uğratılmıştır. Bu eleştiriler "her toplumun ulaşabileceği en ileri merhalenin Batı'ya benzeme" olduğunu ileri süren özcü yaklaşımın savunduğunun tersine bir "sapma"yı değil değerleri modernlikle "bağdaştırma" arzusunu yansıtmışlardır.
Vurgulanması gereken bu bağdaştırmanın Batı modelini "aynen" üretmek isteyenlerin düşündüğünden daha "katılımcı" bir toplum tasavvuru dile getirmesidir.
Yeni sentezler
Mishra iflâs ettiğini düşündüğü "Batı modeli"nin seçeneklerini tartışırken, İslâm'ın Fas'dan Endonezya'ya ulaşan bir alanda nasıl kültürselleştiğini irdeleyen çalışmasıyla tanıdığımız Clifford Geertz'in antropoloji temelli değerlendirmelerine dayalı bir yorum yapmaktadır.
Buna göre yerel gerçekliklerin yabancı "yüksek ideallerle" uzlaştırılmasının zorlaştığı post-modern dünyada, büyük genellemelere uymayan "sapmaları" dikkate alan yeni bağdaştırmaların yapılması gereklidir.
Bu açıdan bakıldığında on sekizinci yüzyıldan beri gündemimizde olan "Batı modeli"nin tabu olmaktan çıkarılarak tartışılması anlamlıdır.
Konu üzerine Yeni Osmanlılardan beri geliştirilmiş önemli bir düşünsel sermayenin varlığı bu alandaki girişimleri kolaylaştıracaktır.
Bu yapıldığında "Batı modeli"ne getirilen eleştirilerin ve bu alanda tüm dünyada görülen "sapma"ların, "dersine iyi çalışmayan yaramaz çocuklar"ın haylazlıklarından değil "yapısal" nedenlerden kaynaklandığı ve toplumsal gerçeklikler ve değerlerle daha uyumlu bağdaştırmaları hedeflediği görülecektir.
Bu tartışmanın başlatılması Türkiye'nin içine kapanması, "AB başvurusunu geri çekerek Doğu'ya yönelmesi" ya da Mahathir bin Muhammed'in "Asya değerleri"ne benzer kavramsallaştırmalar üretmesi anlamına gelmez.
Mishra'nın altını çizdiği gibi konuya "Doğu-Batı" benzeri mega kutuplaşmalara saplanmadan yaklaşmak gereklidir. İki yüz yıldır "Batı modeli"ni fetişleştiren, seçkinlerinin bir bölümünün onu kutsadığı bir toplumda bunun kolay olmayacağı ortadadır.
En önemli tarihî örneklerinden birisi olduğumuz bu konuyu tartışmaya açmak bu alanda atılabilecek anlamlı bir ilk adım olabilir.
Türkiye'nin diğer bâzı örnekler gibi "Batı'dan koptuğu" iddialarını, "Batı modeli"nin gerçekçiliği üzerinden tartışmak gereklidir