Türk siyasal hayatının yaklaşık kırk yıllık bir bölümüne damgasını vuran 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel adına Isparta'da kurulan Demokrasi ve Kalkınma Müzesi, "Cumhuriyetçilik" tartışmasının yeniden gündeme getirilmesine yol açtı.
Müze açılışı nedeniyle kaleme alınan pek çok yazı, bir köy çoçuğu olarak doğan ve parasız yatılı okuyarak eğitim alan Demirel'i ülkenin yönetimine yeni rejimin yarattığı imkânlarla gelen, aksi halde İslâmköy'de farkedilmemiş bir yetenek olarak kalacak, "Cumhuriyetin yarattığı" bir kişilik olarak resmetti. Bu sunumun düşünsel arka planını Osmanlı-Cumhuriyet "çatışması" ve "kopuşu" tezlerinin oluşturduğu açıktır.
Devamlılık-kopuş
Demirel'in İslâmköy'den Çankaya'ya ulaşan hayat hikâyesinin kişisel başarıya indirgenemeyeceği ortadadır. Böylesi yükselişler, istisnâî örnekler dışında, ancak sosyal mobilizasyonu mümkün kılan ve teşvik eden toplumsal düzenlerde gerçekleşebilmektedir. Ancak buradan yola çıkarak 1923 öncesinde varolmayan toplumsal hareketliliğin yeni rejim tarafından yaratıldığı, bunun da Osmanlı'dan "kopuş"un göstergelerinden birisi olduğunu ileri sürmek doğru değildir.
Askerî olarak adlandırılan (bu deyimin günümüz kullanımındaki askerî sözcüğüyle ilişkisi yoktur) ayrıcalıklı bir yönetici sınıfı olan, ama bunun intikal yoluyla aristokrasiye dönüşmediği Osmanlı düzeni, toplumsal hareketliliği fazlasıyla yüksek bir yapı olmuştur. Tanzimat sonrasında kurularak mevcut imparatorluk hiyerarşilerini budayan, ayrıcalıkları asgariye indiren yeni düzen bu özelliği daha da pekiştirmiştir. Bu dönem ve sonrasında gerçekleştirilen eğitim reformları ise kurulan bürokrat yetiştiren okullar ve bunların sağladığı parasız eğitim aracılığıyla toplumun alt tabakalarından gelenlerin toplumsal hareketliliğini fazlasıyla yükseltmiştir.
Dolayısıyla sadece son dönem sadrâzâmlarına bakılsa bunlar arasında yaşam öyküsü Süleyman Demirel'inkine benzer çok sayıda örnek bulunabilir.
9. Cumhurbaşkanı gibi Isparta'ya bağlı bir küçük yerleşim merkezinde doğan Hüseyin Avni Paşa, Sinoplu fakir bir kayıkçının oğlu olan Mehmed Rüşdü Paşa, Midilli adasındaki köyünde okul olmadığı için nahiye merkezine gitmek zorunda kalan Hüseyin Hilmi Paşa, babası aktarlık yapmanın yanı sıra Mısır Çarşısı'nın kapısını açıp kapatan Mehmed Emin Âlî Paşa "sadâret-i uzmâ" makamına çıkmışlar, toplumun geleceğini etkileyen kararlar almışlardır.
Zikrettiğimiz memur yetiştiren mekteplerin kurulması toplumsal hareketliliği daha da ileri boyuta taşımıştır. Bu alanda verilebilecek en güzel örneklerden birisi olan Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, bir yetim olarak bu tür okullarda ücretsiz yatılı olarak okumuş ve ordu kumandanlığı ve padişah yâverliğine yükselmiştir. Osmanlı devlet okulları hakkında bilgi veren basılı kaynak ve belgeler bu kurumlarda okuyan öğrencilerin önemli bir bölümünün toplumun alt tabakalarından geldiğini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla "Cumhuriyet"in toplumsal hareketlilik alanında bir devrim yaratarak, eski rejim altında okuması, yükselmesi mümkün olmayan kişilere bu imkânı sağladığı iddiası doğru değildir. Cumhuriyet rejiminin, fazlasıyla zayıflamış imparatorluk hiyerarşisinin kalıntılarını ortadan kaldırarak "daha eşitlikçi" bir yapı kurduğunu, bunun içinde toplumsal hareketliliğin hız kazandığı ve yaygınlaştığını söylemek anlamlıdır. Ama söz konusu olan bir sıfırdan yaratma değil, bir "hız kazandırma" ve "yaygınlaştırma"dır.
Buradan yola çıkarak romantize edilen "Cumhuriyet"in, monolitikleştirilerek karalanan "Osmanlı"dan kopuş olduğunu iddia etmek ise yanlıştır. Bu alanda söz konusu olan kopuş değil "devamlılık"tır.
Romantik cumhuriyetçilik
Zikredilen "kopuş" yaklaşımı sadece toplumsal hareketlilik değil siyasal rejimin de dahil olduğu pek çok alanda yaşanmamış bir "yeniden doğuş"u vurgulamaktadır.
Bu ise bilgi eksikliği nedeniyle, tekrarlanarak gerçeklik hükmü kazanmaktadır. Örneğin aşağıdaki ifade geçtiğimiz ay sonunda yayınlanan bir köşe yazısından alınmıştır: "İktidar, muhalefet, siyaset, seçme seçilme hakkı, sandık tümü cumhuriyetin eserleridir."
"Siyaset" gibi her toplumda varolan bir olguyu dahi "cumhuriyetin eseri" olarak sunan romantik yaklaşım, bilgisizlik nedeniyle, seçme- seçilme hakkı, seçim benzeri kurumların da 1923 sonrasında topluma yeni rejim tarafından bahşedildiğini iddia etmektedir.
Meb'usan meclisini 1877'de toplamış, 1908'de benzerini yapmak için Türkiye'de 1950'ye kadar beklenmesi gereken, Osmanlı coğrafyası üzerine yükselen pek çok yeni devlette ise tekrarı mümkün olmayan özgür bir seçim gerçekleştirmiş, "Demokrat" ve "Sosyalist" fırkalardan kitle partilerine uzanan bir yelpazede siyaset yapılmış bir geçmişin inkârıyla bu kurumların tümünün Cumhuriyetin getirdiği yenilikler olarak sunulması şüphesiz anlamsızlık rekoru kıracak bir yaklaşımdır.
Buradan yola çıkarak Cumhuriyet öncesinin Paleoletik çağa benzeyen bir yaşantı, Osmanlı toplumu üyelerinin ise mağara adamlarını andıran yaşam biçimleri olarak resmedilmesi ise derin bir bilgisizliğin ürünüdür. 1908-1912 arasında, Tek Partili Cumhuriyet yıllarında hayâl edilemeyecek, her konunun tartışıldığı özgür basına sahip, güçlü bir feminist hareketi bulunan, hem İslâmcı hem de materyalist dergilerin yüksek satış rakamlarına ulaştığı, değişik etnik gruplara ait kültürel örgütlenmelerin ülke sathına yayıldığı bir toplumun bu şekilde inşa edilmesini bilgi eksikliği dışında bir nedene bağlayabilmek zordur.
Böylesi "romantik" iddiaların bilgisizlikten kaynaklanması, bunların bir "kopuş" tezi yaratarak varolmayan bir "Osmanlı-
Cumhuriyet" çatışması üzerinden toplumda önemli bir bölünmeye neden olmasını önlememektedir.
Kendisini Regis Debray'nin sığ cumhuriyetçiliği ile de eklemleştiren bu yaklaşım, "cumhuriyet öncesi ortaçağ-cumhuriyet sonrası modernlik" kavramsallaştırmasıyla, sadece romantik bir kutsama yapmamakta, "bize herşeyi getiren cumhuriyet"in onunla "çatışan" "demokrasi"ye tercih edilmesini de talep etmektedir.
Her yeni rejim kurucusu gibi Cumhuriyet liderleri de bir "devr-i sâbık" yaratmış ve onunla düzenleri arasındaki "farklılıklar"ı vurgulamışlardır. Bu anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Buna karşılık günümüzde toplumsal değişimimize soğukkanlı biçimde baktığımızda güçlü devamlılıkların "kopuş" tezini anlamsız kıldığını görebilmek zor değildir.
Romantik cumhuriyetçiliğin anlamlı verilere dayanmaksızın savunduğu "kopuş" yerine "devamlılık"ın kabullenilmesi sadece tarihî gerçekliği daha iyi anlamamızı sağlamayacak, toplumsal enerjimizi varolmayan bir çatışma etrafında harcamamızı da önleyecektir.