Her 29 Ekim'de olduğu gibi Cumhuriyet ilânının doksan birinci yıldönümünde de "ümmetten millet, kuldan vatandaş yaratılması" benzeri tarihî gerçeklikle uyuşmayan klişeler ve "cumhuriyetin faziletleri" gibi hamasî söylemlerin tekrarlanacağı şüphesizdir.
Burada vurgulanması gereken toplumumuzun sorununun "rejim olarak cumhuriyet" değil, düşünsel arka planı ve ideolojik yaklaşımları onun özgün bir yorumu çerçevesinde şekillenen bir "cumhuriyetçilik" olduğudur.
On dokuzuncu asır sonu entelektüel tezleri etrafında şekillenen bir "cumhuriyet" yorumuna dayanılarak inşa edilen bu "cumhuriyetçi" ideolojinin günümüz toplumunu taşıması ve onun meselelerine cevap verebilmesinin söz konusu olamayacağı ortadadır. Bu nedenle, sorunun halli aynı cumhuriyetçilik yaklaşımına dayalı ancak değişik alanlarda farklı yorumlar yapan bir "İkinci Cumhuriyet" inşa etmekle değil bu "cumhuriyetçilik"in sorgulanmasıyla mümkün olabilir.
Fazlasıyla marjinal toplum kesimleri dışında kimsenin bir rejim olarak karşı çıkmadığı "cumhuriyet"e "düşmanlık" benzeri anlamsız eleştirileri bir kenara bırakarak yapılacak bu sorgulama ise iki düzeyde gerçekleştirilmelidir.
Bunlardan birincisi yukarıda zikrettiğimiz klişe ve söylemleri tekrar etme yerine kurulan Cumhuriyet'in düşünsel temelleri ve bunların toplumsal gerçekliğimize ne denli uygun olduğunun tartışılmasıdır.
İkincisi ise ithal tezlerin hamasetle harmanlanması yoluyla oluşturulan günümüz "Türk cumhuriyetçi ideolojisinin" dünyadaki "cumhuriyetçilik" tartışması içindeki yerinin değerlendirilmesidir.
1905 model Üçüncü Cumhuriyet
Erken Cumhuriyet ideolojisi farklı toplumsal gerçeklikler ve tarihî gelişim sürecine karşın Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'nin Türk kopyasını inşa etme iddiasını sahiplenmiştir. Burada ilginç olan bu yapının "cumhuriyet" kavramsallaştırmasının "mükemmel" biçimi, tarihî ve güncel tüm diğer örneklerin ise sapmalar olarak yorumlanması yanında söz konusu inşa faaliyetinin "ideoloji" üzerinden gerçekleştirilebileceğinin varsayılmasıdır. Diğer bir ifadeyle erken Cumhuriyet liderleri "üniversel" olduğu kabul olunan ve en özgün ve gelişmiş biçimini Üçüncü Cumhuriyet'te bulduğu varsayılan "cumhuriyet"in her toplumda inşa edilebileceğini, bunun toplumsal koşullardan bağımsız olduğunu düşünmüşlerdir.
Bu yapılırken sadece ithal bir ideolojiye dayanmaktan kaynaklanan zorluklar fazlasıyla küçümsenmemiş, Üçüncü Cumhuriyet ideolojisindeki değişimler de gözönüne alınmamıştır.
Örneğin dönem Fransası'nda "cumhuriyetdin" ilişkisine yaklaşımda Bergson etkisiyle ortaya çıkan kapsamlı değişim fazla ilgi görmemiş, Üçüncü Cumhuriyet'in pozitivizm ve Spencer evrimciliği karması tezleri ile asır sonu bilimci söylemi esas alınmış, konuya Jules Ferry'nin bakış açısından yaklaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle, Erken Cumhuriyet Türkiye'de Üçüncü Cumhuriyet'in 1905 model bir kopyasını inşa etmeye çalışmıştır.
Sığ Debray cumhuriyetçiliği
Bunun neticesinde ortaya çıkan yapı toplumsal koşullar ve tarihî gelişmelerin anlamlı kılmadığı bir dönüşümü, varolmayan çatışmalar üzerinden ve hayalî düşmanlar yaratarak "ideolojik düzeyde" gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bunun sonucu olarak da "ideolojik" nedenlerle desteklenmiş, buna dayalı bir taban oluşturmuş, topluma nüfûzu ise sınırlı olmuştur. Günümüzde Türkiye'nin tartışması gereken "fazilet" benzeri soyut nitelikler değil 1905 model "cumhuriyet" ve bunun beraberinde getirdiği ideolojik bagajın toplumumuzun koşulları ve gerçekliğine uygunluğudur.
Asır sonu entelektüel tasavvurlarını yansıtan bu bagajın toplumsal gerçeklikle uyumsuzluğu ortadadır.
Bu nedenle Cumhuriyet'in bir rejim değil "ideoloji" olduğunu düşünen azınlığın "karşıdevrim" olarak adlandırdığı bir süreçte "demokrasiyi devrimin kökleşmesi, kitlenin gerektiğince aydınlanması sonrasına bırakan" yaklaşım tersine çevrilmiştir.
Gerçekte toplum Regis Debray'nin 1980'lerin sonundan itibaren tartıştığı ve 1995'te Nouvel Observateur'de yayınlanan makalesinin başlığı ve ana fikri olan "demokrat mı, cumhuriyetçi mi" olmanın gerekli olduğu sorusuna yaklaşık kırk yıl önce "rejim olarak cumhuriyet ile sorunumuz yok ama ideolojik cumhuriyetçilik yerine demokrasiyi tercih ediyoruz" cevabını vermiştir.
Bu cevabı "karşıdevrim" olarak yorumlayan ideolojik cumhuriyetçilik, Debray'nin "cumhuriyeti demokrasiye indirgemenin onu öldürmek anlamına geldiği" tezine dört elle sarılmış ve "demokrasicumhuriyet çatışması"nın temel siyasal eksen olduğunu savunmuştur.
Cumhuriyet'in "üniversal," demokrasinin ise "mahallî" değerlere dayandığı, "cumhuriyette devletin toplumu şekillendirdiği, demokraside ise toplumun devlete egemen olduğunu," "sivil toplum şamatasının" çağın en büyük tehdidi haline geldiğini savunan Debray'nin tezlerini, hamaset, kişisel kült ve altınçağ yaratma yaklaşımlarıyla harmanlayan Türk ideolojik cumhuriyetçiliği oldukça sığ bir kuram geliştirmiştir.
Bu alanda değerlendirmeler yapılırken Debray'nin 1990 model "cumhuriyetçilik"ine dayanan söz konusu kuramın günümüzün "cumhuriyetçilik" tartışmaları içinde de marjinal kaldığının da unutulmaması gerekmektedir.
Kökleri klasik çağın Roma devletinde bulunan bir kuramı günümüz değer ve koşulları çerçevesinde yeniden yorumlayarak, onu demokrasi ile çatışmayan, özgürlüklere saygılı bir "vatandaşlar cemaati" olarak inşa etmeyi hedefleyen ve John Pocock, Quentin Skinner, Maurizio Viroli ve bilhassa Philip Pettit'in başını çektikleri günümüz tartışmasında yeri dahi olmayan Debray'nin sığlık rekoru kıran tezlerine dayanan "cumhuriyetçilik" şüphesiz çağının fazlasıyla gerisindedir.
Zikrettiğimiz kapsamlı tartışmaya tamamen yabancı kalarak "demokrasinin cumhuriyetin içini boşalttığını" savunan, Debray'nin ifadesiyle "demokrasinin, cumhuriyette ışıklar söndüğünde geride kalan" olduğunu düşünen "ideolojik cumhuriyetçilik"in günümüz değerleriyle uyumsuz ve marjinal olduğu ortadadır.
Onu sahiplenenlerin "ilericilik" iddiaları bu gerçeğin farkında olmamalarından kaynaklanmaktadır.
Kitle desteği bulamadıkça marjinalleşen ve kendini daha radikal biçimlerde yeniden üreten Türk cumhuriyetçiliğinin çağımız değerleriyle uyumlu, günümüz tartışmasını dikkate alan bir yaklaşıma dönüşümü, en azından kısa vâdede, mümkün gözükmemektedir.
Bu nedenle Türkiye'nin hamasî slogan ve klişeleri tekrarlamak yerine, 1905 model Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'ni yirmi birinci yüzyılda yaşatma ve Debray'nin tezlerine dayalı bir "cumhuriyetçiliği" ideoloji haline getirmenin ne derece anlamlı olduğunu sorgulaması gerekmektedir. Bu yapıldığında "demokrasi karşıtlığı"na evrilmiş bir ideolojinin toplumsal gelişme önünde engel haline geldiği görülecektir.
Burada eleştirilenin "demokrasi"yi karşıdevrim olarak kavramsallaştıranların savunduğu gibi "cumhuriyet" değil, onun çok sayıda yorumundan günümüz değerleriyle en az bağdaşanını kutsayan "cumhuriyetçilik" olduğu unutulmamalıdır.
Kendini daha radikal biçimlerde yeniden üreten Türk cumhuriyetçi ideolojisinin çağımız değerleriyle uyumlu, günümüz tartışmasını dikkate alan bir yaklaşıma dönüşümü mümkün gözükmemektedir