Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

'Barış'ın milliyetçilik(ler)le "savaş"ı

Türkiye imparatorluktan devralarak farklı bir boyuta taşıdığı "Kürt Sorunu"nu çözme amacıyla çetrefil ve kırılgan bir süreci başlatmıştır. Birbiriyle çatışan bu iki niteliğin sorunun çözümünü fazlasıyla zorlaştırdığı ortadadır. Sürecin "çetrefilliği" onu uzatırken, "kırılganlığı" onun zamana yayılmasını kaldırmamaktadır.
Bu sürecin "egemen milliyetçilik" ile çatışacağını ve toplumsal "barış"ın ancak bu ideolojinin katı yaklaşımlarından taviz vermesi neticesinde sağlanabileceğini belirtmek yanlış değildir. Ancak bu sürecin başarıya ulaşması için söz konusu tavizlerin "milliyetçilik" değil "milliyetçilikler" tarafından verilmesinin gerekli olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Doğal olarak merkezî gücü elinde tutan "milliyetçilik"in atacağı adımların sürecin başarıya ulaşmasındaki belirleyiciliği daha fazladır. Buna karşılık iki "milliyetçilik"in çatışma alanı haline gelen sorun, bunların her ikisinin de tavizler vermekle kalmayarak ortak bir tasavvura karşı çıkmamaları ile çözülebilir.

Milliyetçilik(ler)
"Kürt Sorunu" Cumhuriyet döneminde değişik bir boyuta taşınmakla birlikte kökleri Tanzimat'ın merkeziyetçilik uygulamalarına giden bir geçmişe sahiptir. Bedirhan Bey isyanı sonrasında (1847) filizlenmeye başlayan Kürt proto milliyetçiliği, II. Abdülhamid döneminin ilerleyen yıllarında hız kazanmış, ancak Kürdistan dergisinin temsil ettiği bu hareket kendisini resmî ideoloji "Osmanlılık"ın sınırları içinde tutabilmiştir.
İkinci Meşrutiyet döneminde yeni bir ivme kazanan Kürtçü oluşum söz konusu sınırları daha da zorlamıştır. Bu dönemde yükselmekle kalmayarak resmî ideolojiye dönüşen Türkçülükle, Osmanlılık tanımı üzerinden sürtüşmeler yaşayan Kürtçü hareket, buna karşılık "ayrılıkçı" bir çizgiye kaymamıştır. Cumhuriyet sonrasında uygulanan tektipleştirici ve inkârcı siyasetlerin "Türkiye" tasavvuru içinde kendisine yer bulamayan Kürt milliyetçiliğini baskıcı resmî ideoloji ile şiddetle çatışan bir çizgiye kaydırdığı şüphesizdir. Sorun tedricen on binlerce vatandaşımızın hayatına malolan düşük yoğunluklu bir iç savaşa evrilmiştir.
Bunun aslî sorumlusu devlet aygıtını kontrol eden, onun gücünü kullanan "milliyetçiliğin" şekillendirdiği resmî ideolojidir. Ancak başlatılan "çözüm süreci" meselenin "resmî ideoloji" eleştirisinin ötesine taşınmasını gerekli kılmaktadır. Bu aşamada gerekli olan sorunun "nasıl ortaya çıktığı," "sorumlusunun kim olduğu"nu tartışmak değil (bunlar farklı bağlamlarda sorgulanmalıdır) onu siyasal çözüme kavuşturmaktır. Bunun tek yolu da demokratik yollarla "ortak bir tasavvurun" yaratılmasıdır.
Bir benzetme yapacak olursak, günümüzde "çözüm süreci" çerçevesinde karşılaşılan sorunlar, 1902-1912 döneminde Türkçülüğün etkilemeye başladığı resmî ideoloji ile Daşnaktsutyun örgütünün bayraktarlığını yaptığı Ermeni sosyalist-milliyetçiliği arasındaki çatışmayı andırır.
Ermeni milliyetçiliğinin on dokuzuncu asrın son yıllarında yükselmesi ve çatışmacı bir boyut kazanmasında merkezî siyasetlerin rolü büyüktür. Ancak bu milliyetçilik, resmî yaklaşımları eleştirenlerin de anlamlı bulacağı bir "ortak bir tasavvur" ile ilgilenmemiş, tüm projelerini "farklılık" üzerine bina etmiştir. Zorlukla ulaştığımız "çözüm süreci" aşamasında Türk milliyetçiliğinin devlet aygıtı üzerinde sürdürdüğü etki konuyu sadece onun atacağı geri adımlarla çözülebilecek bir soruna indirgemez. Böylesi adımlar ne denli gerekliyse, diğer milliyetçiliğin de temel yaklaşımlarını sorgulaması ve değişmesi gereklidir.
Sorunu halledecek çerçeve olan "ortak tasavvur"a ulaşmak için bir tarafın farklılığı reddeden milliyetçilikten vazgeçmesi ne kadar gerekliyse, diğer tarafın da sadece farklılığı vurgulayan yaklaşımdan "ortaklık"ları öne çıkaran bir çizgiye gelmesi o kadar zorunludur.

Tarihten dersler

Konuya yukarıda verdiğimiz tarihî örnek üzerinden yaklaşacak olursak Harutyun Şahrigyan'ın 1907'de tartışmaya açtığı değişik milletlerin oluşturacağı "hey'at-ı mümtâze-i müctemi'a (birleşik otonom idareler)"e dönüşecek, askerlik hizmetinin lağvedilerek ordunun kaldırılacağı, her otonom milletin kendi "milis" gücüne sahip olacağı yapının hukukî zeminini oluşturacak 45 maddelik programdan başlayarak tüm Daşnaktsutyun projeleri "farklılık" merkezli ve "beraberliği" yok derecesine indirgeyecek bir milliyetçiliği dile getirmişlerdir. Bu çerçevede Daşnaktsutyun sadece İttihad ve Terakki ile değil yeni bir tasavvur yaratmaya çalışan liberallerle de çatışmıştır. İttihadçı liderlerin Şahrigyan'ın "İsviçre kantonları"ndan ilham aldığını düşündükleri projesini ancak "bir galib ordu ile İstanbul'a gelebilirse kabûl ettireceği" yolundaki eleştirileri sadece yükselen Türkçülüğün taviz vermeye yanaşmaması olarak görülmemelidir. Projeyi yayınlayan Sabahaddin Bey bile bunun bir ortak tasavvur taslağı olarak benimsenemeyeceğini sert eleştirilerle dile getirmiştir.
Projelerini "farklılık" üzerine kuran maksimalist Ermeni sosyalist- milliyetçiliği ilerleyen yıllarda da ortak bir tasavvur yaratılması konusunda istekli olmamış, muhalifler ve Osmanlı merkezi ile yaptığı anlaşmaları "taktiksel ittifaklar" olarak görmüştür.
Böylesi bir tasavvurun yaratılamaması konusundaki sorumluluğun büyük kısmının İkinci Meşrutiyet döneminin büyük bölümünde devlet gücünü elinde tutan İttihad ve Terakki'ye ait olduğu ortadadır. Ancak, Ermeni toplumu adına konuşmaya başlayan Daşnaktsutyun'un muhalefet yıllarından itibaren Türkçülük ve İslâmcılığı eleştiren ve beraberliği asgariye indirgemeyi savunan bir milliyetçiliğin ötesine geçememiş olmasının da başarısızlıkta rol oynadığı unutulmamalıdır.
Bu maksimalist milliyetçi program 1908 sonrasındaki kısa süreli özgürlük ortamı ve İttihad ve Terakki'nin iktidardan düştüğü dönemde de merkez ve "liberaller" olarak tanımlanan gruplarla uzlaşmayı imkânsız kılmıştır.

İmtihanı başarmak
Tarihî örnekler, günümüzde çözmeye çalıştığımıza benzer sorunların, sadece egemen milliyetçiliğin sorgulanması ve tavizler vermesi ile halledilemeyeceğini ortaya koymaktadır.
Bu nedenle Türkiye'de "herkesin kendisi olarak katılabileceği eşit vatandaşlık temelli demokratik bir toplum" ve "barış" isteyenlerin egemen milliyetçiliği eleştirmekle yetinmemeleri gerekmektedir. Böyle bir toplum arzulayanların bu milliyetçiliği merkezine alan resmî ideolojiyi eleştirmeleri, onun tektipleştirme projesi çerçevesinde vatandaşlarımızın bir bölümüne çektirdiği acıları, düşük yoğunluklu bir iç savaş yaşamamızdaki sorumluluğunu vurgulamaları anlamlıdır. Ancak bu yapılırken bir "Türkiye projesi" yaratılabilmesi için diğer milliyetçiliğin kendisini törpülemesi, "farklılık" kadar "ortaklık"ı dile getirmesinin gerektiğini söylemek de zorunludur. İkinci milliyetçiliği sahiplenenlerin katlanmak zorunda bırakıldıkları acılar onların adım atma sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. "Barış"ın "savaş"ı, son tahlilde, milliyetçilikle değil milliyetçiliklerledir...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA