Tanzimat sonrasında hayata geçirilen Osmanlı- İngiliz işbirliği her açıdan göz kamaştırıyordu. Osmanlı iç, dış ve ekonomik politikaları Londra'nın tavsiyeleri çerçevesinde şekillendiriliyor, İstanbul'da halkın "küçük sultan" adını taktığı Britanya elçisi siyaset yapımında nâzırların önüne geçiyor, iki devlet ortak tehdide karşı beraberce çalışıyorlardı.
Taraflar Kırım Harbi ile askerî işbirliğini de ileri seviyeye taşımışlardı. Konu Osmanlı ricâli tarafından öylesine önemseniyordu ki, Keçecizâde Mehmed Fuad Paşa siyasî vasiyetnâmesinde "Bâb-ı Âlî'yi İngiltere'nin dostluğundan mahrum görmekden ise birkaç vilâyetimizi elden çıkmış görmenin" evlâ olduğunu ifade etmişti.
Yarım asır dolmadan iki devletin bir ölüm -kalım savaşında birbirinin boğazına sarılacağı o dönemde şüphesiz kimsenin hayâl dahi edemeyeceği bir gelişme idi.
Bu neticeyi doğuran çok sayıda neden vardı. Süveyş Kanalı'nın açılması ve Mısır'ın işgali sonrasında Kahire'nin İngiliz siyasetinde kazandığı önem, 1907 Diplomatik Devrimi ile Britanya'nın Rus politikasında yaşanan yapısal değişim, Osmanlı Devleti'nin Panislâmizm'i diplomatik pazarlık aracı olarak kullanması benzeri nedenler, Fuad Paşa'nın 1868'de birkaç vilâyetimizden daha önemli olduğunu savunduğu "İngiliz dostluğu"nun çatışmaya evrilmesine yol açmıştı.
Ancak bir diğer gelişme de Osmanlı- İngiliz işbirliğinin çatışmaya dönüşmesinde belirleyici rol oynamıştı.
Bölgesel rekabet
İngiltere'nin, Osmanlı Devleti'nin egemenlik ve nüfûz alanı olarak gördüğü Arabistan yarımadası başta olmak üzere Ortadoğu'ya yönelik ilgisindeki artış on dokuzuncu yüzyılın ilerleyen yıllarında ciddî bir bölgesel rekabeti tetiklemişti. Aden, Perim gibi stratejik alanlarıın kontrolü sonrasında yerel liderlerle gizli sözleşmeler imzalamaya başlayan İngiltere, onun dostluğuna hayatî önem atfeden Osmanlı Devleti'nin bölgedeki en büyük rakibi haline gelmişti.
Osmanlı Devleti, yerel liderlerin kendi tebaası olması gerekçesiyle bu sözleşmelerin ulus- lararası hukuk açısından geçersiz olduğunu ileri sürüyor ancak stratejik alanların fiilen İngiltere koruması altına girmesine engel olamıyordu. Yemen Vilâyeti ile Aden arasındaki tartışmalı bölge çetrefil bir diplomatik soruna evrilmiş, taraflar Kuveyt'in statüsü nedeniyle 1901'de silahlı çatışmanın eşiğine gelmişlerdi. Bu çerçevede Basra da rekabetin kızıştığı bir alan özelliğini kazanmıştı.
İngiltere'nin bölgeye yönelik ilgisi donanmasının savaş gemilerinde tüketilen kömür üzerine püskürtülerek yanma verimini yükseltme amacıyla kullanılan petrolü temel yakıt haline getirme kararı almasıyla daha da artacaktı.
Lord Fisher'in 1902'de önerdiği sadece akaryakıt kullanan gemilere geçiş on bir yıl sonra Queen Elisabeth zırhlısının denize indirilmesiyle gerçekleşmeye başlayacaktı; ama bu gelişme asrın ilk yıllarından itibaren İngiltere'nin Ortadoğu'ya strateji ötesinde bir önem atfetmesine neden olmuştu.
İngiltere petrolünün önemli kısmını ABD ve Meksika'dan alıyor, bir bölümünü ise İran'dan karşılıyordu. Ancak siyaset yapımcıları Atlantik ulaşımını etkileyebilecek bir savaş durumunda İran ve Ortadoğu'nun diğer bölgelerinden sağlanacak petrolün hayatî önem kazanacağını düşünüyorlardı.
Ortadoğu'nun geleceği hakkında İngiltere ve Osmanlı tarafından geliştirilen farklı planlar ve çatışan çıkarlar, uzun süre kapsamlı işbirliğini sürdürmüş iki devlet arasında şiddetli bir rekabetin başlamasına yol açmıştı.
Bu rekabet 1. Dünya Savaşı'nın başlamasından kısa süre önce onaylanan kapsamlı bir konvansiyon ile sona erdirilmeye çalışılmıştı.
Londra'ya gönderilen eski Sadrâzâm İbrahim Hakkı Paşa'nın yürüttüğü uzun pazarlıklar sonrasında Arabistan yarımadası mor hat (violet line) adı verilen bir çizgi ile ikiye ayrılmış ve Osmanlı Devleti sınırları bununla belirlenen İngiliz nüfûz sahasının varlığını hukuken kabûl etmişti.
Günümüz için dersler
1. Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzen Osmanlı-İngiliz bölgesel rekabetini tarihin unutulan konularından birisi haline getirmiştir. Buna karşılık günümüz dış siyaset yapımcılarının bu gelişmeden alacakları önemli dersler vardır.
Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında, uzun yıllar kapsamlı işbirliği ve stratejik ittifak ilişkileri sürdürdüğü ABD ile farklılaşan Ortadoğu vizyonları geliştirmiştir. Tarafların geleceğin Ortadoğusu tasavvurları arasındaki makas süreç içinde fazlasıyla açılmıştır. Daha da önemlisi ABD ile Türkiye, on dokuzuncu asır sonu Osmanlı- İngiliz ilişkisini andıran şekilde, hem müttefik hem de çıkarları çatışan bölgesel rakip durumuna gelmişlerdir.
Bu, İngiliz -Osmanlı ilişkilerinin ortaya koyduğu gibi, yönetimi bilhassa bölgesel güç açısından son derece zor olan bir ilişki biçimidir.
Global hedefleri olan müttefik ile bölgesel rekabeti belirli seviyede tutmak ve ittifakı korumak, Osmanlı dış siyaset yapımcılarının da gözlemledikleri gibi fazlasıyla zordur.
Bu zorluk dış siyaset yaklaşımları ile bölgesel tercihlerini çok daha hızlı biçimde değiştirebilen ABD gibi bir devletle yürütülen ilişkide daha belirgin biçimde hissedilebilmektedir.
Burada önemli olan müttefik ile zamana yayılan rekabetin uzun vâdede çatışma zemini hazırladığının gözardı edilmemesidir.
Osmanlı- İngiliz rekabetinde taraflar uzun süren sürtüşmeleri takiben bölgenin geleceği üzerine anlaşmaya varmalarının hemen sonrasında bir ölüm- kalım mücadelesinde karşı karşıya gelmişlerdi. Bunun nedeni ise uzun süreli rekabetin karşılıklı güven ve ittifakı fazlasıyla aşındırmasıydı.
Bu nedenle Soğuk Savaş sonrasında dış siyaset üretmek zorunda kalan Türkiye'nin müttefiki ile girişmek zorunda kaldığı, hassas dengeler üzerinde yürüyen bölgesel rekabeti çok iyi yönetmesi, bunun uzun vâdeli neticelerini gözönüne alması gerekmektedir. Bunu iyi yönetememek, Türkiye'nin haritası çizilmekte olan yeni Ortadoğu'nun oluşumunda oynayacağı rolü fazlasıyla sınırlar.
Buna karşılık ABD de İngiltere'nin bilhassa Edward Grey'in bakanlığı sonrasında benimsediği "Oryantal zihniyet ile iş yapma zorluğu" benzeri yaklaşımlardan kaçınarak ve müttefikliğe kendi kısa vâdeli vizyonunun sorgulanmadan kabûlü olarak yaklaşmayarak, bölgeyi tanıyan ve orada yaşamak zorunda olan Türkiye'nin çekincelerini ve vizyonunu anlamaya çalışmalıdır. Osmanlı ile çatışarak ve bölgede yaşayanlara rağmen kurulan Sykes- Picot Ortadoğusu ile açılan ve henüz kapatılamayan Pandora kutusu ABD yöneticilerine böylesi yaklaşımların doğurabileceği sonuçlar hakkında anlamlı ipuçları verebilir...