Fazla sorgulamadan içselleştirerek, sürekli tekrar yoluyla benimsediğimiz tezlerden birisi de Cumhuriyet'in "tamamen yeni bir millet tasavvuru" geliştirmiş olduğudur. Sıklıkla dile getirilen "ümmetten millet yaratıldığı" iddiası da dolaylı olarak böylesi bir tasavvura atıfta bulunur. Gerçekte yapılan ise mevcut bir tasavvurun yeni şartlara uydurulmasıdır. Bu nedenle "Osmanlı milleti" inşaı alanında yaşanılan zorluklar, Cumhuriyet "millet tasavvuru" nun günümüzde karşılaştığı sorunların anlaşılmasında bize yardımcı olabilir.
Belirttiğimiz gibi Cumhuriyet liderleri neredeyse asırlık bir millet inşaı projesini, günün koşullarına ve ulus-devlet şartlarına uyarlamaya çalışmışlardı. Başlangıcı Tanzimat, ya da II. Mahmud'un bâzı ifadelerine dayandırılarak, daha da geriye götürülmesi mümkün bu inşa projesi, tıpkı Cumhuriyet tasavvuru gibi seküler bir girişimdi. Değişik dinlere mensup fertlerin, kendilerini bunlardan bağımsız ve etnik aidiyetlerini folklorik bir düzeye indirgeyecek bir üst kimlikle tanımlamalarını hedefleyen "Osmanlı milleti" tasavvuru, zannedilenden daha fazla taraftar bulduysa da, son tahlilde başarısız oldu. Harb-i Umumî sonrasında kendini "Osmanlı" olarak kimliklendirenler imparatorluğun eski vilâyetlerinin çoğunda sembolik azınlıklara dönüşmüş durumdaydı. Bunun istisnâsı olan Türkiye coğrafyasında benzer bir dönüşümün yaşanması da uzun sürmedi.
Bu gelişme projenin zaten başarı şansının bulunmadığı biçiminde yorumlanmamalıdır. Osmanlı milleti tasavvuru son nefesini durup dururken değil, Harb-i Umumî sonrası dünya düzeni altüst olduğunda vermişti. Ancak "Osmanlı milleti tasavvuru"nun gerçekte hiçbir sorun ile karşılaşmadığını savunmak da hatalı olur. Bu sorunların anlaşılması ise demokratik değişim dalgaları ve globalleşme nedeniyle büyük bir değişim süreci içine giren dünya düzenine uyum sağlamakta ciddî zorluklar yaşayan Cumhuriyet millet tasavvurunun benzeri bir son ile karşılaşmasının önüne geçilmesine yardımcı olabilir.
Seküler parametrelerle belirlenen "Osmanlı kimliği" ve bu aidiyeti taşıyan farklı etnik ve dinî topluluklara mensup bireylerin oluşturacağı "Osmanlı milleti" tasavvurlarının temel sorunu bunların hakim unsur tarafından şekillendirilerek sonrasında kapsayıcılık iddiasıyla diğer topluluklara sunulmasıydı. Şekillendirilme sürecine katılmalarına izin verilmeyen topluluklara ise bu kapsayıcı ve kutsallaştırılan tasavvurlara karşı çıkmanın "bölücülük" olduğu söyleniyordu. Bunun neticesinde ise kâğıt üzerinde ve hukukî zeminlerde eşitliği vurgulayan kimlik ve millet tasavvurları, gerçek hayatta, bu unsura mensup olmayan bireyler tarafından, kendi görüşlerine başvurulmadan, hakim unsurun değerleriyle donatılarak hazırlanmış tektipleştirme projeleri olarak algılanıyorlardı.
"Osmanlı milleti" tasavvuru yaratıcılarının temel yanılgısı kapsayıcılığın bir üst kimliğin benimsenmesi alanında gerekli ancak yeterli olmadığını kavrayamamalarıydı. "Osmanlı" kimliğinin kapsayıcı, herkese açık olması değişik Osmanlı anâsırının bunu içselleştirmesi için zorunluydu. Fakat mesele bu kapsayıcı kimliği, onun içinde kendilerine ait yeterince değer bulamamaları nedeniyle benimsemeyen topluluklar ortaya çıktığında çetrefilleşiyordu. Bu tasavvurun ilerleyen tarihlerdeki savunucuları, bilhassa İttihad ve Terakki Cemiyeti liderleri, bu tür itirazları "bölücülük" olarak nitelendirerek, kapsayıcı, kimseyi dışlamayan bir kimliğin reddini "ortak ideale ihanet" olarak yorumluyorlardı. Sorun gerçekte tek taraflı belirlenen "ortak ideal"in, bu sürece katılmayan gruplar tarafından, "hakim unsurun ideali" olarak dışlanmasıydı.
Cumhuriyetin kurucu kadrosu imparatorluğun dağılmasını değişik görevlerde ve İttihad ve Terakki ile ilişkili olarak yaşadıklarından "ortak ideale ihanet" söylemini fazlasıyla içselleştirmişti. On yıl içinde Osmanlı sancağının Adriyatik'den Cidde'ye ulaşan bir alanda indirilerek yerine "ortak ideale ihanet" ettikleri düşünülen topluluklarca yeni bayraklar çekildiğini gören bu liderler yakın tarihi "hıyanet" söylemi çerçevesinde yorumluyorlardı. Araplar, Arnavutlar, Ermeniler, Rumlar ve diğerleri kendilerine bahşedilen kapsayıcı bir kimliğe dört elle sarılmak yerine ona ihaneti yeğlemişlerdi.
Dolayısıyla Cumhuriyet kurucularının "Osmanlı" kelimesinin yerine "Türk" sıfatını ikame ederek, onu dönemin popüler milliyetçi tezleriyle destekleyerek ve ulus-devlet koşullarına uygulayarak geliştirdikleri yeni "millet tasavvuru" da aynı temel ikilem ile karşılaştı. "Ne Mutlu Türküm Diyene" benzeri vecizelerle ifade edildiği gibi bu yeni tasavvur da kapsayıcı kimliğin benimsenmesi temeline dayanıyordu. Ancak tasavvur tıpkı Osmanlı deneyiminde olduğu gibi hakim unsur tarafından şekillendirilmiş, içi onun değerleriyle doldurulmuştu. Dolayısıyla onun dışında kalan topluluklar açık ve kapsayıcı niteliğine karşın yeni kimliği benimseyerek alt kimliklerinden bütünüyle vaz geçmeyi, söz konusu "millet tasavvuru" içinde erimeyi, kabul etmiyorlardı. Cumhuriyet yönetimleri ise kapsayıcı, herkese açık bir kimliğin reddini "ihanet" ve "bölücülük" olarak kavramsallaştırıyorlardı.
Seküler Osmanlı kimliği aracılığıyla "Osmanlı milleti" oluşturulması tasavvurunu başarısız kılan onun çoğulcu biçimde üretilmemesi, hakim unsurun değerlerini fazlasıyla yansıtması ve altkimliklerden tamamen vaz geçilmesi talebini dile getirmesiydi. Türk olmayan anâsırın şikâyet ettikleri bir husus da kâğıt üzerindeki ve temel hukukî metinlerdeki eşitlik vurgularının yerlerini gerçek hayatta hakim unsurun üstünlüğüne bırakmalarıydı.
Günümüzde kapsayıcı kimliğin içselleştirilmemesini "ihanet" ve "bölücülük" olarak yaftalamak kolaycılığına kaçmadan, bu kimliğin çoğulcu yollarla zenginleştirilmesine çalışmak, çoğunluğa mensup olmayan bireylerin de onun içinde kendilerine ait değerler bulmalarını sağlamak ve bu kimliğin değişik alt kimliklerle beraber yaşamasına müsaade etmek Osmanlı deneyiminin karşılaştığı başarısızlığa düşmemek için alınabilecek ilk tedbirlerdir. Bu yapılırken tıpkı Osmanlı uygulamasında olduğu gibi, Cumhuriyet tasavvurununda da hukukî metinlerdeki söyleme karşın ders kitaplarından marşlar ve ilkokul andına ulaşan zeminlerde hakim unsurun üstünlüğü vurgusunun yapıldığı gerçeği gözardı edilmemelidir.
Osmanlı son dönemi bize toplumun geniş kesimlerince benimsenecek bir kimliğe dayalı yeni bir "millet tasavvuru" geliştiremediğimiz taktirde ciddî tehlikelerle karşılaşacağımız dersini vermektedir. Bu dersi almamakta direnmek anlamlı değildir.