Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Kendine özgü toplum

Her ne kadar bu yazının başlığı bizatihi "toplumun" bir olgu olarak "kendine özgü" olduğu, onun bireylerin bilinçlerinin sui generis bir sentezi neticesinde oluştuğu üzerine Durkheim'ın ortaya attığı tezi çağrıştırıyorsa da, ele alacağı mesele, fazlasıyla "kendine özgü"dür.
Toplumumuzda sıklıkla kullanılan ifade kalıplarından birisi de "Türkiye'nin kendine özgü koşulları" dır. Bu kullanım kendine has, diğerleriyle karşılaştırılması mümkün olmayan ve bu nedenle de siyasetinden demokrasisine, laiklik anlayışından sivilasker ilişkilerine varan alanlarda sui generis bir toplum algısının kökleşmesine neden olmaktadır. Söz konusu varsayımın gördüğü yaygın kabûlün bir diğer neticesi ise her toplumda var olan "kendi merkezli" olma eğilimini fazlasıyla güçlendirmesidir. Toplumumuz, bu nedenle, dışındaki dünyaya sadece kendi bakış açısı ve değerleri üzerinden yaklaşmaktadır.
Tabiatıyla bu "kendine özgü" ve "kendi merkezli" toplum algısının tarihî bir arka plânı vardır. 1777'de kaleme alınan ilginç bir çalışma Zaman-ı Kadîmde Umûr-i Âlemin Nizâm Üzerine Olub Şimdi İhtilâl Üzerine Olduğunun Hikmet ve Sebeblerini Beyân Zımnında Risâledir başlığını taşır. Çalışmanın başlığına bakarak içeriğinin onsekizinci asır dünyasında yaşanan değişimi ele aldığını düşünen birisi, ilk varakdan itibaren, ciddî hayâl kırıklığına uğrar. Başlıkdaki "âlem" Osmanlı dünyası ve sorunlarının dışına çıkmaz. Bu açıdan bakıldığında dışındaki dünyada kendisi hakkında üretilen yayınların yüzde birini bu evren için üretmemiş, öz dünyasıyla sınırlı ve merkezinde kendisinin yer aldığı bir "âlem" tasavvuru geliştirmiş bir geleneğin, hususiyetlerinin sui generis karakteri alanında son derece kuvvetli bir "kendi merkezli özgünlük" kanaati şekillendirmesi fazla da şaşırtıcı değildir.
Bu "kendine özgünlük"ün kendi dışındaki dünya tarafından da Oryantalist bir söylem aracılığıyla olumsuz anlamda vurgulanması onun tesirini artırmıştır.İlginçtir ki, her iki taraf da, gerek Osmanlı seçkin tabakalarının Şerif Mardin'in ifadesiyle süper Batılılaşma davranış kalıpları ortaya koydukları dönem ve gerekse de erken Cumhuriyetin "farklı bir coğrafyada Batılı" bir toplum yaratma projesinin uygulamaya konulduğu yıllarda dahi bu "kendine özgünlüğün" altını çizmeyi sürdürmüştür.
"Kendine özgünlük" algısının egemen siyasî söylemin temel dayanaklarından birisi haline gelmesi ise Tek Parti rejiminin meşrulaştırılması sürecinde gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal'in 1921'de "kendine özgün" bir bağlamda kullandığı "Biz bize benzeriz" ifadesine dayandırılarak, Recep Peker ve diğer ideologlar tarafından rejimin ve Kemalist ideolojinin temeli haline getirilen sui generis toplum fikri, daha sonra Türk vesayetçiliğinin de önemli dayanaklarından birisini oluşturmuştur. Bu tez, İkinci Dünya Harbi sonuna kadar, hem Türk tek parti rejiminin diğer iki savaş arası otoriter rejimlerindenfarklılığının temellendirilmesi ve hem de çoğulcu demokrasinin Türkiye'yeuygun bir siyasî sistem olmadığının vurgulanması amacıyla kullanılmıştır.
Zamanın ruhu demokrasinin Türkiye'ye uygunsuzluğunun, toplumun kendine özgü koşulları nedeniyle savunulmasını imkânsızlaştırdığında, bunun yerine sui generis karakterin diğer toplumlardan farklı yapılanmaları zorunlu kıldığı tezine sarılınmıştır. Bu yaklaşıma göre Türkiye bir demokrasi olmalıdır; ama ülkenin kendine has koşulları nedeniyle bu demokrasi sınırlanmalıdır. Benzer şekilde vicdan, ifade hürriyetleri tanınmalıdır; ancak Türkiye'nin koşulları bu alanda daha kısıtlı özgürlükleri zorunlu kılar. Aynı nedenlerle Türkiye'de asker - sivil ilişkilerinin farklı olması, otoriter bir laikliğin benimsenmesi gereklidir. İlginçtir ki, bu "kendine özgünlük" tezi olumsuz anlamda ve Oryantalist bir söylemle Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkılması amacıyla da dile getirilmektedir. Franz Fischler, Günther Verheugen'e 2004'te gönderdiği mektupta "Türkiye'nin sui generis bir toplum olması"nı AB tarafından üyeliğe alınmamasının gerekçelerinden birisi olarak zikretmişti.
Kendi merkezlilikle beslenen, dış dünyayı düşmanlaştırmakla desteklenenbu "kendine özgü" toplum tezi uzun süredir Türkiye'nin vesayete dayalı ikinci sınıf bir demokrasi olmasını sürdürme amacıyla kullanılmakta ve fazlasıyla içselleştirildiği için yeterince sorgulanmamaktadır. Halbuki bu "kendine özgü koşullar"a bakıldığında bunların hiç de "kendine özgü" olmadıkları görülür. Benzer şekilde toplumumuzun da diğerleriyle karşılaştırılması mümkün olmayan "sui generis" bir yapı olduğu tezi, dışa kapalılık ve kendi merkezliliğimizle beslediğimiz ve tekrarlaya tekrarlaya içselleştirdiğimiz bir efsânedir.
Türkiye'nin "kendine özgünlüğü" her toplumda görülmesi kaçınılmaz ayrıntıların ötesine geçmez. Dünyada çok uluslu bir imparatorluğun temel mirasçısı olan tek ülke Türkiye değildir. Aynı şekilde sıklıkla "kendine özgünlüğün" başta gelen nedenlerinden birisi olarak sunulan "etnik türdeşlikten yoksunluk" global ölçekte bir "özgünlük" değil yaygın durumdur. Laiklik ile vicdan hürriyeti arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı, dinin toplumsal rolünün sınırlarının nasıl tespit olunacağı ABD'den Fransa ve Yunanistan'a ulaşan pek çok toplumun temel tartışma alanlarından birisidir. Aynı dinin farklı mezheplerine mensup cemaatler arasındaki çatışmaların tarihi aynı zamanda dünyanın da tarihidir. Militarizmin resmî ideolojisinin şekillenmesinde ciddî rol oynadığı Prusya'nın önderliğinde kurulan,Alfred von Waldersee idaresi altında askerlerin kendilerini parlâmento ve sivil bakanlık denetimi dışına çıkardığı, askerî ataşelerin dışişlerinden bağımsız paralel elçiler gibi çalıştığı bir geleneğe sahip olan Almanya'da subaylar günümüzde kendilerine "üniformalı vatandaş" olmanın ötesinde bir rol biçmemektedirler.
Toplumumuzun tekrarlaya tekrarlaya içselleştirdiği "kendine özgün toplum" varsayımını bir kenara bırakması, bir yandan sorunlarını çözmede diğer misâllerden yararlanmasını sağlayacak, öte yandan da bu hayâlî özgünlük nedeniyle ikinci sınıf bir demokrasiye mahkûm olmasının önüne geçecektir.Zaten globalleşmenin günümüzde ulaştığı noktada bunun tersini savunmak nehri tersine akıtma çabasından başka bir şey değildir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA