Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Kendimizi kandırmayalım, zihniyet değişimi gereklidir

Erken Cumhuriyet ideolojisi, her ideoloji gibi, içinde oluştuğu dünyanın ürünüydü.
Dolayısıyla onun tasavvur ettiği ideal düzen de o dünyanın sunduğu seçenekler arasından tercih edilen söylemlerle şekillendirilmişti.
Bu şekilde resmedilen söz konusu "ideal düzen" ise Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'nin tek parti ve diğer otoriter siyaset araçlarıyla oluşturulduğu, laikliğin karşıtezi olarak görülen dindarlığın "bireysel" düzeye indirgenip, tekil modernlik anlayışı çerçevesinde "çağdaşlaştırıldığı" ve popüler ırkî antropoloji tezlerine dayalı bir milliyetçiliğin içselleştirilerek buna dayalı üstünlük vurgularının gerçekleştirildiği bir yapıydı.
Bu gerçekte on dokuzuncu asır sonu ve yirminci asır başı egemen Batı siyasî ve felsefî söylemlerini fazlasıyla yansıtan bir tasavvurdu. İki savaş arası dönemde otoriter tek parti rejimleri, "köhnedikleri," "çağın gerçeklerine uymadıkları" ileri sürülen demokrasilere ciddî bir alternatif oluşturmuşlardı. "Hantal, köhne" yapılara karşı "dinamizm" ve "dönüşüm"ü sembolize eden otoriter rejimler, şüphesiz yeni ulus-devletler için de ciddî ilham kaynakları oluşturuyorlardı. Pek çok Avrupa toplumu için olduğu gibi çoğulcu siyaseti 1908'de deneyen bir geleneğin temel mirâsçısı olan Türkiye için de tek partili yapı aslında geriye gidişi temsil ediyordu. Ancak "ilerlemeci tek parti" otokrasisinin yukarıda zikredilen türde bir "atılım" ve "dönüşüm"ü temsil etme iddiasıyla ortaya çıktığını da unutmamak gerekir.
On dokuzuncu asır materyalizmin altın çağını oluşturmuştu. Dinlerin sonunun geldiği inancı entelektüel çevrelerde yaygın kabûl görüyordu.
Darwin'in yarattığı deprem, deneysel bilimlere dayalı bilimciliğe kuvvetli bir ivme kazandırmış, "bilimin yakın gelecekte insanlığın ortak dini" olacağı inancının kuvvetlenmesine yol açmıştı. Paul Janet ve Ludwig Büchner 1899'da öldüler. Fransız filozofun vefatı materyalist felsefe karşıtı son büyük ismin de sahneden çekilmesi ve bir perdenin inmesi anlamına geliyordu. Mezar taşına "Ölülerin dirilmesiyle beraber/ 'Neden' sorusu ortaya çıktı/ Cevap ise dünyayı doğru anlıyorsak/ Güneş gibi berrak" yazılan Büchner ise gözlerini modern bilimin ışığında hayatın gerçeklerini kavrayan muzaffer bilimciliğin peygamberi olarak kapatmıştı. Büchner ile onunkilerle örtüşen fikirlerini yirminci asır şartlarına uyarlayan H.G.
Wells, Cumhuriyet kurucuları üzerinde derin etkiler yaratarak lise kitaplarındaki temel tezlerin babaları olurlarken, Elmalılı Muhammed Hamdi (Yazır)'ın Janet tercümesi, mücadeleden yenik çıkmış, sadece tarihî değer içeren bir felsefenin sunumu olarak karşılandı. Lise ders kitaplarında da belirtildiği gibi "insanların korku ve zaaf hisleri, dimağın son ve yeni ilmî keşiflerle nurlanması sayesinde gittikçe azal"mış, bu ise gerçekte insan "korku ve ümitlerinin" ürünü olan "din"e olan ihtiyacı ortadan kaldırmıştı.
Dolayısıyla erken Cumhuriyet ideolojisi asır sonu Batı düşüncesine egemen olan "din" algısını benimsemiş, bununla da kalmayarak, "bilim" i dinleştirmişti. Tıpkı Fransız Üçüncü Cumhuriyet'i gibi, erken dönem Cumhuriyet ideolojisi de "din"i açıklama iddiasını taşımaktaydı.
Bu nedenle temel amacı dini toplumsal bir olgu olmaktan çıkartmak olan otoriter laikliği de dindarlığı hem kendisinin karşıtezi ve hem de "bilim aleyhdarlığı" olarak mütalâa ediyordu.
Nihayet kendisine "bilimsel" pâyesi vererek Batı entelektüel tartışmasına egemen olan ırkî antropoloji bilhassa 1930'lu yılların başından itibaren, Türkiye'de de yeni bir "millet" tasavvurunun şekillenmesinde büyük rol oynadı. Ders kitaplarının brakisefal (genişkafalı) kafataslarına sahip olmalarını ciddî bir üstünlük olarak sunduğu "Türk ırkı"nın "bir millet halinde" görünmesinin, "bilhassa zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmayan büyük bir kuvvet ve büyük bir şeref" olduğunu vurgulaması, bu yeni tasavvur hakkında ilginç ipuçları sunar.
Şevket Aziz (Kansu)'nun Ankara köylerinde bulduğu sarışın bir aile ve çocuklarını "Türklerin Alpine ırkına mensubiyetlerini" ispat için Birinci Türk Tarih Kongresi'ne getirmesi (kendisi bu sunumu sonrasında Türk Tarih Kurumu üyeliğine atanacaktır), devşirme olduğunu bizzat dile getirmiş olan Mimar Sinan'ın kadavrası üzerinde yapılan tetkikler sonrasında kendisinin "ırken de Türk" olduğunun ispatı, Türk Tarih Tezi'ni kanıtlamak için Hitit kafataslarıyla çağdaş Türk kafatasları ve diğer kemik yapılarının karşılaştırılması benzeri misâller tarih ve milletin ırkî antropoloji yardımıyla inşa edilmesi alanında verilebilecek ilginç misâllerdir.
Tekrar vurgulamak gerekirse, erken Cumhuriyet ideolojisi oluştuğu dönemde yaygın kabul gören düşünce ve tezler üzerine inşa edilmişti.
Bu açıdan bakıldığında, 1880 kuşağına mensup, asır sonu entelektüel tartışmalarını takip etmiş ve 1922-1945 arasında ulus-devlet inşa etmeye çalışmış bir kadronun bu fikirlerden etkilenmesi fazla da şaşırtıcı değildi. Karşı karşıya olduğumuz mesele bu temellere dayanan bir ideolojinin günümüz toplumunda ne denli işlevsel olabileceğidir.
Günümüzde ilerlemeci otoriterlikle, bu sağlanamazsa vesayet ara formülleriyle, Üçüncü Cumhuriyet Fransası'nın Türkiye uygulamasını yaratmaya çalışmak, çok sevdiği annesinin ölümünü kabullenmeyerek onun cesediyle beraber yaşamaya çalışan bir bireyin davranışına benzer.
Dinlerin ortadan kalkmak bir yana güç kazandıkları, buna karşın Jean - Paul Willaime'ın ifadesiyle "laikliğin laikleştiği" bir dünyada dindarlığı "bilim karşıtlığı" ve laikliğin karşıtezi olarak görmek, "din"i "bilimsel" açıdan değerlendirip, ıslah ederek "çağdaşlaştırmaya" çalışmak anlamsız bir çatışmayı körüklemeden başka bir netice vermez. Irkî antropoloji esintileri taşıyan, "üstünlük" vurgulu bir "millet" tasavvuru ise toplumumuzu bölünmeye götürür.
Sözü eğip bükmeden söyleyecek olursak, erken Cumhuriyet tasavvuru günümüz toplumunda işlevsellik kazanamaz. Bu tasavvurun 1950'den itibaren yorumlar aracılığıyla farklılaştırıldığı, güncel koşullara cevap verecek hale getirilmeye çalışıldığı doğrudur. Ancak bu hâlâ ciddî bir zihniyet değişimine muhtaç olduğumuz gerçeğini değiştirmez.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA