Ünlü komedi oyuncusu Peker Açıkalın, sosyal medyada çocukluk fotoğrafıyla birlikte şu anısını paylaştı:
"Ortaokula başladığım ilk gün... Farkındaysanız; sağ kulağımın büyük olmasının nedeni de tüm can öğretmenlerimin eseridir. Çok çektiler sağ kulağımı, çok... Özellikle ilk 5 sene... Kulak hâlen büyük! Ciddiyim... Onun için saçlarım hep uzundur. (Bu özelimi paylaşmak istedim. Benim sağ kulak büyüktür) Suçum ise; derslerde her daim, yaramazlık ve espri yapıp, arkadaşlarımı güldürmekti... Meğer mesleğimin provalarını yapıyormuşum..."
Hem güldüren hem de düşündüren bir yorum!
Bizim kuşak okul sıralarında çok dayak yedi. Öğretmen gelmediği zaman sınıf başkanı kürsünün yanına geçer 40-50 kişilik sınıfta konuşanların isimlerini kara tahtaya yazardı.
Gürültü artarsa müdür ya da yardımcısı gelir tahtada ismi yazılı olanları sıra dayağından geçirirdi.
Müdür sinirli olursa tokadı yapıştırır ya da cetvelle ele vururdu. En çok da kulak çekerlerdi.
Çok sık çekilen kulağın uzadığına dair bilimsel bir veriye rastlamadım. Ama bizim zamanımızda bazı öğretmenler kulağa koparacak gibi asılırlardı. Öğretmenleri Açıkalın'ın özellikle sağ kulağına çalışmışlar. Fotoğrafta sağ kulak gerçekten daha büyük.
Açıkalın haklı da olabilir. Bizim kuşağın haylaz öğrencilerin kulakları bilimsel bir araştırmaya konu olmalı.
EĞİTİM BİÇİMİYDİ
40-50 çocuk, 50 dakika nasıl sessiz durabilir diye hiç düşünmezlerdi. 12 Eylül darbesinin büyüklerimizin üzerinden silindir gibi geçtiği için belki de dayak atmayı normal buluyorlardı.
Şener Şen bir röportajında şöyle demişti: "Biz çocukken dayak da yedik. Dayak zaten o dönemin eğitim biçimiydi, dolayısıyla farkında değildik dayak yediğimizin... Çünkü herkes dayağını yemiş, öyle okula gelmiş oluyordu. Şimdiki çocuklara yüksek sesle bağırınca çocuk bunalıma giriyor."
Şen doğru söylüyor. Ne yazık ki, dayak bir eğitim biçimiydi. Dayak disiplini sağlıyordu lakin çocukların özgüvenini düşürüyordu.
Elbette dayak atmanın savunulacak bir tarafı yok. Artık okullarda dayak yok! Dayak atana hemen soruşturma açılıyor.
Şimdi kulağı çekilmeyen çocuklar özgüvenli, hatta o kadar özgüvenliler ki; derste öğretmenlere şakalar yapıp, onları maskaraya çevirenler bile oluyor!
Haberlerde öğrenci ya da velinin, öğretmen dövdüğünü okuyunca şaşırıyorum.
Öğretmenleriyle dalga geçerken gizlice videoya çekip sosyal medyada paylaşanlar da oluyor. Bizim kuşak öğretmenlere korku ve sevgiyle karışık müthiş saygı gösterirdi.
Elbette her öğretmen dayakçı değildi. İdealist, çalışkan öğretmenler de vardı.
Peker Açıkalın'ın her espri yaptığında kulağı çekilmeseydi, desteklenseydi belki kendini daha iyi geliştirecek ve Oscar kazanacaktı!
Okul anıları anlatmakla bitmez. Kulağımız çok çekilse de güzel günlerdi.
***
BARİ FİYATI KAPATSAYDINIZ!
Bu fotoğrafı bir vatandaş mağazada çekip sosyal medyada paylaşmış.
"Eloğlunun 19.99 Euro'ya aldığı kahve makinasını biz neden 1099 Türk lirasına alıyoruz?" diye soruyor.
Dünkü kura göre bu kahve makinesinin fiyatı yaklaşık 408 lira.
Kutuda yazan ise ürünün perakende fiyatı. Toptan alındığında bu fiyat düşer.
Üründe ithalatçı kârı da yok. Kahve makinesini satan direkt resmi distribütör.
Ürünün Türkiye'de yurt dışı perakende fiyatının 2,5 katına satılması vergilerle de açıklanamaz!
Yurt dışından getirilen birçok üründe bu durum geçerli. İnanılmaz kâr paylarıyla satışlar yapılıyor.
Bari kutudaki orijinal fiyatın üzerini kapatsaydılar! Resmen vatandaşla dalga geçiyorlar!
***
KİRALIK EVE AÇIK ARTIRMA
İstanbul Emlakçılar Odası Başkanı Nizameddin Aşa, çok yaygın olmamakla birlikte bazı ev sahipleri ve emlakçıların açık artırma usulüyle konut kiraya vermeye başladığını açıkladı.
Özellikle merkezi semtlerde arz az, talep çok olunca fırsatçılar kirayı yüksek tutmak için her yolu deniyor.
Serbest piyasada pazarlık yapılır ama kiralık bir evi açık artırmaya çıkarmak fırsatçılık.
Bunu yapanlar tespit edilip cezalandırılmalı.
***
KAHVEYİ YÜZDE 30 PAHALIYA İÇİYORUZ
Kahve fiyatları uluslararası piyasada gerilese de Türkiye'de kahve zincirleri yılbaşından sonra fiyatlarında yüzde 30 oranında zam yaptı.
Haberde gastronomi yazarı ve kahve danışmanı olan bir üniversite öğretim görevlisinden görüş alınmış.
O da kahve işletmelerinin ambalajdan nakliyeye tüm giderlerinin geçen yıla göre neredeyse yüzde 100 arttığını, kahvenin döviz ile ithal edildiğini söylemiş.
Amerika, Avrupa ülkelerinde kahve yetişmiyor ki! Onlar da bizim gibi kahveyi Kolombiya, Endonezya, Etiyopya, Uganda ya da Guatemala'dan alıyor.
Yani ambalaj, nakliye gibi tüm giderleri Batı ülkeleri de ödüyor. Üstelik Batı ülkelerinde yerel düzeyde de büyük bir nakliye sorunu var. Ama onlar kahveyi bizden yüzde 30 daha ucuza içiyor.
Bu danışman, kahve zincirlerine de danışmanlık yapıyor mu acaba?
Normal bir fincan kahvede 7 gram kahve kullanılır. Daha sert kahve içimi tercih edenler için ise 8 gram kahve konur.
Bir kilo espresso kahvenin perakende fiyatı kalitesine göre 200 TL'den başlıyor 500 TL'ye kadar çıkıyor. Daha pahalısı ucuzu da vardır elbette.
Artık siz hangi kahveyi içiyorsanız hesabını ona göre yaparsınız.
Kahve zincirlerinin bir seferde tonlarca kahve aldığını da hatırlatalım.
Kira, çalışan, işletme vs. tüm giderleri de dikkate alsanız bir fincan kahvenin 40-50-60 liraya satılması gerçekten insafsızlık. Hiç "Biz kahve değil deneyim satıyoruz" gibi edebiyat da yapmasınlar!
Bence Türkiye'ye özel fırsatçılık yapan kahve zincirleri de denetlenmeli!
Çok büyük bir sektörden bahsediyoruz!
***
Altyazı
"Eğer patates püresi ile sosu karıştırırsan daha sonra ayıramazsın, sonsuza dek. Baba'nın sigarasından çıkan duman bir daha asla içine dönmez. Geri dönemeyiz. Seçmek, bu yüzden zordur." (Mr. Nobody)