Siyasi tartışmalar derinleşince kendisini kültürel hiyerarşide yukarıda konumlandıran çevrelerin akıllarına ilk gelen, muhafazakârlara ve dindarlara hakaret etme motivasyonudur. Son sokak olaylarında da bu durum değişmedi. Hâlbuki kültürel bir üstünlükleri falan da yoktur. Kendi yankı odalarında yaşadıklarından dolayı hakikatle pek ilgilenmezler. Bir anlamda, çok şeyde olduğu gibi, kendi ötekisinin cahilidirler. İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı ve ekibi üzerinden yürüyen dava süreçlerine tepkisini dile getiren bazı çevrelerin öfkelerinde bu hakikati bir kez daha yaşadık. Sosyal medyada iktidar destekçisi olarak düşündükleri- bildikleri değil- herkese hakaret ederek "rahatsızlıklarını" hafifletmeye çalışıyorlar. Sokağa çıkanların bir kısmı, CHP'nin kurumsal olarak boykot listesinde yer alan işletmelere saldırdılar. Bir kısmı, "okuyamayanların polis olmak zorunda kaldığını söyleyerek" sokakta güvenliği sağlayan polisleri kendilerince aşağılamaya çalıştılar.
Bugüne kadar bir algı asimetrisi üzerinden; "liyakat", "şeffaflık", "tüyü bitmemiş yetimin hakkı", "kul hakkı", "israf", "yolsuzluk", "kamu kaynaklarının kötüye kullanımı", "harama el uzatmak" ve "ahlaki çöküş" gibi suçlamaları iktidara yönelik olarak gelişi güzel kullananlar, son dönemde nerdeyse hafıza kaybına uğradılar. Şimdi aynı suçlamalar kendi destekledikleri siyasetçilere yönetilince, iddiaları ve suçlamaları duymazdan gelmek istiyorlar. Düşük puanlı ve sınavla bile girilmeyen bir üniversiteden, çalışarak yüzde bir dilimine girenlerin kabul edildiği bir üniversiteye "bir şekilde geçiş yapmayı" ne "kul hakkı" ile ne "liyakatsizlik"le ne de "ahlaki bir sorun" bağlamında değerlendirmek işlerine gelmiyor. Bu konuda tek bir şerhleri bile yok. Toplumun bir kesimini politik ve ontolojik olarak aşağı görme eğiliminde olan çevrelerden adalet, eşitlik ve güven beklemek zaten beyhudedir. Bu eğilimde olan çevrelerin bu kavramları çokça dillerine dolamaları bir eksiliğin işareti olabilir.
***
Önceki yazılarda, CHP yönetiminin iktidar karşıtı muhalefet enerjisini kullanarak, yolsuzlukla ilgili iddiaların konuşulmasını engelleme stratejisini yazmıştım. Sokağa çıkanların CHP'nin cumhurbaşkanı aday adayını destekleme anlamına gelmeyeceğini belirtmiştim. Gezi Parkı şiddet eylemleri ile son oyları birlikte ele alıp "üç gün daha sokakta olsak iktidar düşer" hayalini kuranlar, olan biteni, olayların sıcaklığı ile yine yanlış yorumlamayı tercih etti. Toplumun geniş kesimlerinin belediyelerde yolsuzluk soruşturması üzerinden sokağa çıkanları tasvip etmediği kamuoyu araştırma sonuçlarına yansıyınca şimdi söylem değiştirdiler. "Gezide umutlandık olmadı, yine olmayabilir, sokak önemli ama siyaset üretmeliyiz" demeye başladılar. Sokağa çıkanlar, "sırf İmamoğlu'na destek için çıkmamış olabilirler" ve "iktidar politikalarına kızgın oldukları için bu süreci fırsat olarak gördüler" argümanına geçiş yaptılar.