"Başarı için soyun", "Rolü kapmak için sınırlarını zorla" gibi akıl dışı telkinler, genç oyuncu adaylarının hayallerini kabusa dönüştüren sözler bunlar işte. Sanatın adı kullanılarak normalleştirilen bu taciz sistemi, genç yeteneklerin hem fiziksel hem de ruhsal olarak istismar edilmesine neden oluyor.
'B.A.' isimli bir kişinin, senaryo değiştirerek birçok oyuncuyu audition'a çağırdığı söyleniyor ve maalesef bu kişinin, oyunculardan ahlak dışı taleplerde bulunduğu açıkça belirtilse de, sektörde bu konu hakkında konuşmak isteyen kimse yok.
Korku mu, kabullenmişlik mi? Belli ki sessizlik, bu karanlık sistemin en büyük koruyucusu. B.A, bir koleksiyon oluşturmuş tüm oyuncu adaylarından çektiği videolardan. Korkunç bir şey bu. Yaşananların ardından genç oyuncu adaylarının birçoğu soluğu mahkemede almış ve oyuncu sendikasına art arda şikayetler yapılmış. Kimse, bir oyuncu adayından, sanatı bahane ederek bedeninden ya da onurundan ödün vermesini isteyemez.
Ne bir cast direktörü, ne bir menajer, ne de bir yapımcı. Bu sistemin görünmez kurallarını yıkmak, sektördeki herkesin sorumluluğu. Bu mesele, sadece oyuncuların değil, yapımcıların, yönetmenlerin, sendikaların ve toplumun tamamının sorumluluğudur.
Çünkü sessizlik, suçluyu güçlendirir.
B.A. gibi isimlerin sektörde varlık göstermeye devam etmesi, bu karanlık sistemin süregelmesinden başka bir sonuç doğurmaz. Eğer sektör net bir tavır almazsa, genç oyuncuların hayalleri, bu sistemin kurbanı olmaya devam edecek. Sanat, bir bedel değil, bir değer yaratma sürecidir. Bu değer, her şeyden önce insan onurunu korumayı gerektirir.
BİR CEO'DAN AYRILIK DERSİ
SABİHA Gökçen Havalimanı CEO'su Alp Er Tunga Ersoy'un görevden ayrılırken yayınladığı mesajı okuduğumda, bir yönetici değil, derin bir hayal kırıklığı yaşayan bir insan gördüm. "Kimse kimseyi sevmek zorunda değil, ama aynı iş yerindeyiz, saygı duymak zorundayız" diyordu. Ve ardından belki de en sarsıcı cümlesini ekliyordu: "Umarım o saygıyı bir gün yakalarsınız." İşte bu sözler, profesyonellik kalıplarını kıran, insana dokunan, acı bir çığlıktı.
CEO'lar genellikle ayrılış mesajlarını steril bir dille yazar. "Yeni bir yolculuğa çıkıyorum, harika bir deneyimdi" klişeleri arasında kaybolurlar. Ama bu mesaj farklıydı. Gerçekti. İçinde yıpranmışlık, öfke, kırgınlık vardı. Bir yönetici olarak değil, bir insan olarak saygı ve sevgi bekleyen, ama bunu bulamamanın ağırlığıyla vedasını eden birinin samimi sözleriydi.
Bu mesaj beni düşündürdü: Ne zaman bu kadar kırıcı olduk? Ne zaman profesyonellik adı altında insani duyguları yok saymaya başladık? Birlikte çalıştığımız insanlara sadece görevleriyle değil, varlıklarıyla da değer vermeyi unuttuğumuzda neleri kaybettiğimizi göremiyoruz.
Ersoy'un vedası, sadece bir ayrılık değil, aynı zamanda hepimize yöneltilmiş bir sorgulamaydı. Saygının ve insanlığın tükenmeye başladığı yerlerde nasıl devam edebiliriz. Belki de bu ayrılık, hepimize bir uyarıdır: İş yerlerinde sadece performans değil, insanlık da önemlidir. Ve bir gün, o "saygıyı" yakalamamız umuduyla, bu mesajı kalbimize kazımamız gerekir.