Değerli okurum ve dostum Ali Aktulga, Suriye'deki son gelişmeleri değerlendirirken Türk devletinin yüce erdemlerine de vurgu yapmış:
"Suriye'de zalim Beşşar Esed (Esad değil) yönetiminin devrilmesi, muhaliflerin Suriye'nin yönetimini ele geçirmesi, SMO'nun sınırımıza yakın yerlerdeki PKK terörist yuvalarını Türkiye'nin yardımıyla imha etmesi bize (Aslında bütün dünyaya) şu gerçeği gösterdi ki; barış, huzur, refah ve adalet arayan herkes Türkiye'nin yol göstericiliğine güvenmelidir.
Biz Türkler dürüstüz, yalan söylemeyiz, kimseyi şahsi çıkarlarımız uğruna satmayız, herkese dost ve komşu gözüyle bakarız. Bu özelliklerimiz devlet olarak daha belirgindir. Kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Dünyadaki bütün mazlum halklara ve devletlere sahip çıkarız. Gücümüz yetmese de siyasi ve ekonomik destek veririz, her uluslararası platformda bunu dile getiririz. Temel prensibimiz, bütün ülkelerle siyasi olarak dost kalıp komşulukları devam ettirmek, ekonomik olarak da kazan-kazan (önce kazandırmak sonra kazanmak) formülüdür.
Özetle dünya devletleri (Özellikle mazlum ve mağdur olan devletler) Türkiye'nin liderliğinde birleşmeli, dünyaya barış, huzur, refah ve adalet getirmelidir. Yoksa dünyayı daha kötü günler bekliyor. Saygılarımla..."
Böyle cezaevi olmaz
Köşemizin kadim destekçilerinden sevgili dostum Hakan Eracun, iki ayrı dizideki "gerçek üstü" cezaevi sahnelerini eleştirmiş:
"Abi selam, çok yakın zamanda basit bir suçtan 67 gün cezaevinde kaldım. Geçen hafta İnci Taneleri ve Siyah Kalp dizilerini izleyince bu hatalara dikkat çekmek istedim. Ceza evinde birisi diğerini tehdit ederse, (Zerre'nin tehdit edilmesi) tehdit edilen zile bastığında anında 7/24 infaz memurları gelir ve tehdit edileni koğuştan çıkarıp başka koğuşa alırlar. Hatta eşyalarını bile arkadaşları toplar ve bir daha o koğuşa dönmez. Ayrıca tehdit eden de sorgulanır ve disiplin cezası verilir.
Hiçbir hükümlüde tornavida, şiş olmaz. Çünkü aniden didik didik arama yapılır ve bunun bir periyodu yoktur.
Siyah Kalp dizisinde ise, Melek karakterini ziyarete gelen annesi görüşme yapamıyor. İş adamı Tahsin bir telefon ile ona izin alıyor. Hükümlü, 'Bunlar benle açık görüş yapabilir' derse savcı yüz yüze gördüğü kişinin tüm bilgileriyle uygun görürse izin verir. Bu şekilde olmaz. Ayrıca açık görüşün tarihi, ayın ilk haftası ve ayda birdir. Önüne gelen gece gündüz hükümlüyü eğer avukat değilse göremez. Açık görüşte masalar ve sandalyeler plastiktir. Her an kavga çıkabilir ve birisi zarar görmesin diye.
Bu kadar bütçeli ve izlenen yayınların senaristleri keşke biraz araştırsalar ve işini hakkıyla yapan sayın cumhuriyet savcılarımızın ve gece gündüz nöbetleşe çalışan infaz memurlarının durumunu tam yansıtsalardı."
Diziler dilimizi eziyor
Dil birliğini en önemli millet olma vasfı olarak gören okurlarımızdan Ali Uygur, bu konuda dizilerin üzerine düşen görevi yerine getirmediğini vurgulamış:
"İyi akşamlar Yüksel bey, son zamanlarda özellikle dizilerde üzülerek şahit olduğumuz, deforme edilen güzel dilimiz ve deyimlerimize bir yenisi daha eklendi gibi. Giderek daha sık kullanılan 'Sen bakarak ol' deyimini bu yaşımda yeni duymaya başladım.
Ne demek istendiğini anlıyorum ama böyle garip uydurmalara ne gerek olduğunu anlayamıyorum bir türlü. Üstelik daha 'Neden'in neden 'Neyden' olduğunu hazmedememişken..."
Gaf kürsüsü
Tansu Sarı kardeşim A Spor'daki "Spor Gündemi" programında gerçekleşen diyaloğu not etmiş: Spiker Ömer Saraç: "Şu anda Malmö'de bulunan arkadaşımız Emre Kaplan'a bağlanıyoruz." Emre Kaplan: "Ben Kopenhag'tayım, Malmö'ye henüz gitmedim."
Zap'tiye
Narin dereye gömülmeden önce DNA yapısının bozulması için cebine pil konulmuş. Bu, sıradan insan işi olamaz. İlk günkü iddiamı tekrarlıyorum: Bu işin arkasında örgütlü bir "üst akıl" var.
Ne demiş?
"İki kumanın çeyizi bir sandığa sığarmış ama iki eltininki sığmazmış." (Milyoner yarışmacısı Hülya hanımın hatırlattığı bir deyiş)