Bir polis memuru, yol verme yüzünden tartıştığı 80 yaşındaki mimarı vurup öldürdüğüne göre artık bu trafik meselesi boyut atlamış demektir.
Peki insanlar trafikte neden bu denli deliriyor? İşte benim aklıma gelen sebepler:
1- Trafikte saatlerce tampon tampona dur-kalk yapmak büyük bir efor gerektiriyor. Hem fiziksel, hem ruhsal açıdan. Ne kadar antrenmanlı olsak da artık bu işkenceyi hiçbirimiz kaldıramıyoruz.
2- Hayat ne kadar hızlanırsa, trafik o kadar yavaşlıyor. Büyük kentlerde işe, eve, okula, randevuya yetişmek artık bir Survivor parkuruna dönüştü. Trafik yüzünden hayata yetişememek en büyük stres kaynağımız oldu.
3- Kentin bir ucundan diğerine iki-üç saatte ulaşacağını bilmenin verdiği huzursuzluk koca bir güne yayılıyor.
4- İnsanın trafikte sadece kendisinin değil aracının da aşındığını bilmesi, kafasında sürekli boşuna yakıt tükettiği fikrinin dolaşması huzursuzluk, stres ve kaygıyı katlıyor.
5- Trafikte topu topu 3 metreküp hacmindeki bir kutunun içinde klostrofobik bir atmosferi solumak, acıkmak, susamak, tuvalet ihtiyacını giderememek insanları nerede patlayacağı belli olmayan serseri mayınlara çeviriyor.
6- Trafik kadar park yeri sorunu da ayrı bir stres sebebi. Sürücüler daha yola çıkmadan "Arabayı nereye koyacağım?" derdine düşüyor.
7- Hayatın hızlanması ve teknolojik ilerlemelerin getirdiği konfor, insanları daha sabırsız ve bencil hale getirdi. İnsanlar bu konfor sarmalının içinde önceliği her daim "kendisine" veriyor.
8- Bu aşındırıcı ortamda gün boyu direksiyon sallayıp bir de sürekli insanlarla muhatap olmak zorunda kalan profesyonel sürücüler yani taksi ve toplu ulaşım şoförleri ise birer saatli bombaya dönüşmüş durumda.
9- Belediyelerin büyük kentlerdeki trafik sorununu çözmeye yönelik neredeyse hiçbir çaba sarf etmemeleri, üstüne üstlük plansız altyapı çalışmalarıyla trafiği tümden kilitleyen uygulamalara girişmeleri de affedilir gibi değil.
Sonuç: Gel de delirme...
***
Felaketsiz günümüz yok
Allah beterinden saklasın ama felaketsiz günümüz geçmiyor. 4 gün içinde çığ felaketi yaşandı, ambulans helikopter düştü, limandaki yük gemisi battı. Dün de güne yeni bir felaket haberiyle uyandık. Balıkesir'de patlayıcı madde üretimi yapılan fabrikada yaşanan patlamada 11 kişi hayatını kaybetti.
Bu fabrika yangınlarıyla ilgili 17 Temmuz'da burada "Fazla yanmıyor muyuz?" başlığıyla bir yazı kaleme alıp konuya dikkat çekmiştim:
"Geçen hafta sonuna yine büyük bir fabrika yangını kâbusu ile uyandık. Aydın'daki dev kağıt fabrikası cayır cayır yandı. Ekiplerin müdahalesiyle söndürülmesi 20 saati buldu. Peki sizce de son zamanlarda fazla yanmıyor muyuz? Olaylar bu kadar yoğunlaşınca benim de aklıma deli sorular takıldı:
Büyük fabrikalara ruhsat verilirken doğal afetlere karşı alınan önlemler ve tahliye tedbirleri ne derece gözetiliyor?
İşyerleri yangın tedbirleri konusunda belediyeler tarafından yeterince denetlenmiyor mu?
Belli büyüklükteki fabrikaların kendi yangın söndürme ekipleri yok mu?
Yangın alarmı sistemleri yeterli değil mi?
Yangın tatbikatları yapılmıyor mu?
İl ya da ilçenin itfaiye ekipleri tarafından işletmelere verilen eğitim ve tatbikatlar yetersiz mi?
Galiba önce bu konuları düşünüp 'beynimizi yakmamız' gerekiyor..."
Bu yazıdan sonra 5 fabrika yangını daha yaşandı. "Ben demiştim" demekten çok sıkıldım...
Zap'tiye
Porsche'nin tasarladığı sırt çantası. Bizde de Doğan görünümlü 89 Şahin'ler için yapılır mı acaba?
Ne demiş?
"Safiye bizi öyle germiş ki gözbebeklerimiz de gerilmiş. Ben yana, kendi yukarı çıkmış." (Yıldız Tilbe'nin Safiye Soyman'a fotoşop isyanı)