Her cumartesi bu köşeyi okur mektuplarına ayırdığımı biliyorsunuz. Ama söyleyecek o kadar çok sözüm birikti ki, değerli okurlarım bu haftaya mahsus haklarını helal etsinler.
Deprem güvenliği deyince aklımıza ilk olarak binaların dayanıklılığı ya da zeminin durumu geliyor. Oysa asıl güvenlik sorunu, deprem gerçekleştikten sonra ortaya çıkıyor. Örneklerini son olarak Kahramanmaraş ve Hatay'da yaşadık. Kuyumcu enkazlarına girip, milyonlarca liralık soygun yapanları, evleri, bankaları, ATM'leri yağmalayanları gördük.
Peki olası İstanbul depremi için bir güvenlik planımız var mı? Nerelere nasıl müdahale edilecek, hangi bölgelerde ne gibi ekstra tedbirler alınacak? Askeri kışlalar ve polis binaları da zarar görürse, B planı nasıl uygulanacak? Örneğin; Kuyumcukent, Kapalıçarşı, Bankalar Caddesi için özel bir güvenlik planı var mı?
Mutlaka bunu düşünen tek kişi ben değilim. Yine eminim ki emniyet birimlerimiz bu konuda da gereken hazırlığı yapmıştır. Ben sadece bir "hatırlatma" yapmak istedim.
Seyirci maçı nasıl verir?
Maçların kaderini futbolcuların performansı, teknik direktörlerin kadro ve taktik tercihleri ya da hakem kararları belirler diyebiliriz değil mi? Fenerbahçe - Sevilla maçının sonucunu ise Fenerbahçe tribünündeki birkaç holigan belirledi.
Fenerbahçe istim tutmuş, Sevilla kalesini ablukaya almış, maçı uzatacak ikinci gol ha geldi ha gelecek. Sevilla'nın tek amacı ise maçı soğutmak, nefes alabilmek için tempoyu düşürecek bir bahane bulup maçı duraksatmak. İnanılır gibi değil ama Sevilla'nın imdadına Fenerbahçe'nin kale arkası tribünündeki birkaç kendini bilmez yetişti. Sahaya yağdırdıkları çakmaklarla maça 7 dakika ara verdirip İspanyolları çeyrek finale taşıdılar.
Bu ahmakların gerçekten Fenerbahçeli olduklarından yana ciddi kuşkularım var. Fenerbahçe yönetimi stat kameralarını inceleyerek bu "hainleri" hem afişe etmeli, hem hangi takımı tuttuklarını ortaya çıkarmalı, hem de bir daha asla Fenerbahçe tribününe sokmamalı.
Bir bülten üç film
Bir eczacı kalfası, yanında çalıştığı iki kardeşin çaylarına her gün gizlice şizofreni ilacı atıyor. Önce biri, sonra diğeri halüsinasyonlar görmeye başlayıp çalışamaz hale geliyorlar. Hatta biri, direksiyon başında fenalaşıp takla atınca 4 yaşındaki evladını kaybediyor. O kalfanın bir yıl boyunca kayıt dışı ticaretle açıktan 2-3 milyon kazandığı tespit ediliyor.
Kader adlı adam 40 yaşına geldiğinde ablası bildiği kişinin annesi, anne ve babası sandığı kişilerin ise aslında dedesi ve anneannesi olduğunu öğreniyor. Nihayet gerçek babasını buluyor ama onunla görüşemeden babası ölüyor...
Kadın, alt kattaki komşusunun gürültüsü ve saygısız tavırları yüzünden çıldıracak hale gelerek psikiyatra gidiyor. Psikiyatr ona duygularını dışa vurması gerektiğini söylüyor. Kadın da satışa çıkarttığı evi için penceresine şöyle bir ilan asıyor: "Alt kattaki kötü insanlardan dolayı daha kötü insanlara satılıktır."
Bu saydıklarım, sadece tek bir bültende önüme çıkan haberler. Bunları görünce bu memlekette yapılacak en kolay işin dizi ve film senaristliği olduğuna hükmettim. Baksanıza, 15 dakika haber bülteni izleseniz, üç ayrı synopsis kucağınıza düşüyor.
Şeref kürsüsü
Antalya'da, çöp konteynerlerinden plastik toplayan Hakan Efe, 1,5 aylık bir süreçte zor koşullar altında hazırlandığı KPSS'den 96,5 puan alarak Türkiye 25'incisi oldu.
Zap'tiye
Kılıçdaroğlu bugün, yani 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitler Günü'nde HDP'nin kapısına gidip bakanlık karşılığı destek dilenecekti ama tepkiler üzerine erteledi. Hiç olmazsa geri vitesleri çalışıyor.
Ne demiş?
"Şu anda kale arkası tribününde kimin tanıdığı varsa hemen mesaj atsın. Söyleyin sahaya yabancı madde atmasınlar." (Fenerbahçe - Sevilla maçını Exxen'de anlatan Ertem Şener'in sözleri)