Bartın'daki maden ocağı faciası hepimizin yüreğini bir kez daha kömür karasına buladı. Ciğerimiz kömür közü gibi. Ama bu derin acıyı paylaşmayanları da gördüm ne yazık ki...
Cuma akşamı olay gerçekleştiğinde büyük akım kanallarda, yani iri kıyım olanlarda diziler devam etti. Bir altyazı bile geçilmedi.
Asıl yayıncılık faciası ise ertesi gün yani dün yaşandı. Hayatını kaybeden işçilerimizin sayısı 41'e yükselmiş olmasına rağmen vur patlasın çal oynasın yayınlar devam etti. Kanal D'de Magazin D, Show TV'de Cumartesi Sürprizi güle oynaya yayındaydı.
Oysa hayatın doğal akışında devam etmesi için hiçbir sebep yoktu. En azından duyarlı kalplerde, merhametli vicdanlarda...
Haber kanalında oğlunu kaybeden annenin feryatları, komşu kanalda Cem Yılmaz'ın talk şovundan en komik sahneler derlemesi...
Yok, yok... "Millet olma vasfımızı" yitiriyoruz. Millet dediğin birlikte ağlar, birlikte güler. Yazık... Çok yazık...
Bu acı olaydan bile siyasi rant damıtmak için patlamadan 15 dakika sonra klavye başına geçip sosyal medyaya irin pompalayanlara ise tek sözüm var: Kendi iltihabınızda boğulun inşallah!..
Çirkin oyunları Yalnız Kurt deşifre etti
Yalnız Kurt, Atv ekranlarında yeni sezona başlarken bir kez daha emperyalist güçlerin kirli oyunlarını bir decoder gibi deşifre edip, sinyalleri ekran görüntüsüne çevirdi.
Türkiye'nin etrafının nasıl sinsice çevrildiği, ABD, Yunanistan, Almanya ve Fransa'nın nasıl ortak bir çalışma ile bizi uçurumdan aşağıya itmeye çalıştığı resmedildi. Plan aslında basitti. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler Yunan tahrikiyle gerilecek, Türkiye'nin envanterinde görünen NATO füzeleriyle Yunan adalarına ateş açılacak, aylardır Dedağaç'a ve Yunan adalarına yığılan ABD kuvvetleri devreye sokulacak, diğer tarafta Güneydoğu sınırımızdan saldırı başlatılacak ve Türkiye işgal edilecekti.
Bu projeksiyon, bir kez daha şımarık Yunanistan karşısında aylardır neden sabır ve tahammül gösterdiğimizin açık bir kanıtı gibiydi.
Kamyonet adama çarptı 1000 kişi öldü!
Ünlü fıkrayı bilirsiniz. Karadeniz'de iki kişilik eğitim uçağı mezarlığa düşmüş. Yerel muhabir, haberi hemen gazeteye geçmiş: "Mezarlığa düşen uçağın enkazının yayıldığı bölgede arama kurtarma çalışmaları sürüyor. Şu ana kadar 1672 kişinin cesedine ulaşıldı..."
Ama benim birazdan anlatacağım gerçek olay, yukarıdaki fıkra kadar komik değil. Tam tersi, gözlerinize buğu düşürüp, uzun uzun düşünmenize neden olabilecek türden.
Olay cuma günü Sabah'ın manşetindeydi. Haber bültenlerinde de büyük ihtimalle izlemiş olmalısınız. Buğra Kaan, göreve başlayalı henüz 3 ay olmuş, 26 yaşında pırıl pırıl bir doktor. Annesiyle birlikte aile işletmesinin önünde babasının kapıyı kilitlemesini beklerken, bir kamyonet yoldan çıkıp, üzerlerine geliyor. Annesini dükkanın içine itmeyi başarıyor ama araç onu hayattan kopartıyor. Annesi, babası ve erkek kardeşinin bültenlerdeki hallerini yüreğim parçalanarak izledim. Bir çocuğu büyütüp, doktor eylemek kolay mı? Allah kimseyi evlat acısıyla sınamasın.
Doktor Buğra'ya çarpan sürücü de 17 yaşında bir genç. Üstelik ehliyetsiz. İfadesine göre önüne çıkan kediye çarpmamak için direksiyonu aniden kırınca aracın hakimiyetini kaybetmiş ve...
Kazanın bilançosu, istatistiklere "1 ölü" olarak geçti. Ama bana göre o kamyonet nereden bakarsanız 1000 kişinin canını aldı. Çünkü kurbanların arasında Doktor Buğra'nın gelecekteki meslek yaşamı boyunca hayatını kurtaracağı hastalar da vardı. Buna her gün yeniden ölen annesi, babası ve kardeşini de ekleyin. Her ölüm erkendir. Her ölüm acıdır. Ama her ölüm "bir" değildir!..
Gaf kürsüsü
TV 8,5 rejisi, Riga maçında Başakşehir'in Okaka ile bulduğu golü kaçırdı.
Zap'tiye
Bir gece boyunca ülkedeki tüm ışıkları söndürüp maden işçilerinin ne yaşadığını hissetmeye çalışsak, yeterince empati kurabilmiş olur muyuz acaba?
Ne demiş?
Yaralı halde ambulansa taşınan maden işçisi, aşağıdaki arkadaşlarına yardım etmek için sağlık ekibine yalvardı: "Ne olur beni götürmeyin abi..."